Mars’ta yaşam hayalleri ve bilimsel gerçekler hakkında detaylı bilgiler, keşifler ve güncel gelişmelerle ilgili kapsamlı bir içerik.
1800’lerin sonlarına doğru insanlar, yeni fikirler ve teknolojik icatlarla tanışmaya başladı. Bu dönemde, pek çok yenilik ve düşünce, başlangıçta “saçma” veya “imkânsız” gibi görülse de, zamanla gerçek olma yolunda adımlar atıldı. Özellikle Mars’ta yaşam kurma fikri, o dönemde sadece bilim kurgu ve hayal ürünüyken, 2000’lerin ilk çeyreğinde ciddi araştırmalar ve denemelerle gerçek olma umudu doğdu.
1854 yılında Cambridge Üniversitesi’nin Trinity College’ında görev yapan William Whewell, Mars’ta okyanusların, kara parçalarının ve yaşamın var olabileceğine dair teoriler geliştirmişti. Bu çalışmalar, Mars’ta yaşam olasılığına dair ilk bilimsel temeli oluşturmaktaydı. Bir yüzyıl sonra ise, bu fikirler daha da güçlendi ve filmler, çizgi dizileri ve bilimsel makalelerle popülerleşti. Mars’ın yüzeyinde insanların yaşayabileceği “küre” şeklinde yapılar sıklıkla film ve dizilerde gösterildi.
İşte bu tasvirlerin arkasında yatan temel neden, Mars atmosferinin büyük çoğunluğunun (%95-96) karbondioksitten oluşmasıydı. Oksijen ise neredeyse hiç bulunmuyordu. Mars’ta havanın sadece %1’inin 10’da biri kadar oksijen içermesi, insanların hayatta kalması açısından ciddi bir engel teşkil ediyordu. Ancak, bu ortamda karbondioksidin aslında bir anahtar olabileceği düşünülüyordu. Çünkü, uygun malzemelerle ve doğru tasarımla, bu gazı kullanarak yaşam alanları inşa etmek mümkündü.
Prof. Dr. Ahmet Türer’in 2000’lerin başında yaptığı çalışmalar, bu konseptin pratik hale gelmesini sağladı. Ona göre, Mars’ta kullanılacak yapı malzemeleri, atmosferde bulunan karbondioksitten üretilebilirdi. Bu yapıların şekli ise, basıncın yapı üzerinde oluşabilecek yıkıcı etkilerini azaltmak için küre şeklinde tasarlandı. Bu geometrik form, hem basınçlara dayanıklılığı arttırırken, hem de malzeme tasarrufu sağlar. Ayrıca, bu yapılar, düşük yerçekimi koşullarında da stabil kalabilirdi.
Prof. Türer ve ekibi, Mars atmosferinde bulunan karbondioksiti kullanarak, onun içindeki karbonu ayırıp, hidrojenle tepkimeye sokmayı planladı. Bu tepkime sonucunda, cam benzeri şeffaf ve yüksek mukavemetli polietilen yapılar üretmek mümkün olurdu. Bu malzeme, betonun yaklaşık %30-40 civarında çekme dayanımına sahip olup, kolayca şekillendirilebilirdi. Ayrıca, kumla karıştırıldığında ya da kaplanınca opak hale getirilebiliyordu. Robotlar sayesinde, Mars yüzeyinde otomatik ve sürdürülebilir inşaat mümkün hale getirilebilir. Bu süreçte, yapılar, robotik 3D yazıcılar kullanılarak hızla inşa edilip, basınç ve radyasyon testleri yapılacaktı.
Prof. Türer’e göre, Mars’ta yaşamı sürdürebilmek için sadece yapı değil, aynı zamanda tarım ve hayvancılık da büyük önem taşıyor. Mars’taki radyasyon seviyeleri Dünya’ya göre çok yüksek olduğu için, inşa edilen evlerin içi ve dışı radyasyona karşı koruyucu malzemelerle kaplanmalıydı. Bunun için kurşun ya da hidrojen içeren kalın duvarlar kullanılacaktı. Ayrıca, suyun bulunması ve kullanımı, yaşamın temelini oluşturuyordu. Suyun bulunması, hem içme ve tarım için hem de inşaat malzemeleri üretimi için hayatiydi. Mars’ta bitki yetiştirebilmek için kapalı seralar kurulmalıydı. Bu seralar, Dünya’ya oranla daha az güneş ışığı ve toz fırtınaları nedeniyle güneş ışığını taklit eden lambalar ve portatif enerji santralleriyle desteklenecekti. Bu seralarda, mısır, buğday, fasulye ve ıspanak gibi bitkilerin yanı sıra, böcek proteinleri (örneğin un kurdu, toprak solucanı) de yetiştirilebilirdi.
Bu yapıların maliyeti ise, Dünya’daki inşaatlara kıyasla oldukça düşük olabilirdi. Çünkü, malzemeler büyük fabrikalarda değil, Mars’ta üretilecekti. Karbondioksit havadan, hidrojen ise buz veya yer altı sularından elde edilecek, oksijen ise solunum için kullanılacaktı. Robotlar ve 3D yazıcılar sayesinde inşaat maliyetleri minimum seviyeye indirilebilirdi. Enerji ise, portatif nükleer güç santralleriyle sağlanacaktı. Su ve enerji kaynaklarının döngüsel kullanımıyla, sürdürülebilir yaşam mümkün olacaktı.
Ancak, Mars’ta yaşamak, fiziksel sağlığı da etkileyecek. Dünya’nın yerçekimi kuvvetleri ile Mars’ınki birbirinden çok farklı olduğu için, uzun süreli maruz kalma kemik ve kas kaybına yol açabilir. Prof. Türer’e göre, Mars’ta yaşayan insanların, kendi vücut ağırlıklarının yaklaşık iki katı kadar metal veya bazalt kütleleri vücutlarına sarması, kas ve kemik kaybını önleyebilir. Bu uygulama aynı zamanda radyasyondan da koruyucu bir bariyer oluşturur. Örneğin, 75 kg’lık bir insan, Mars’ta kendini yaklaşık 25 kg gibi hissetmeli ve bu ağırlıkta kalması için vücuduna 150 kg’lık metal veya bazalt takması gerekir. Böylece, hem yerçekimi etkisi taklit edilir hem de radyasyon koruması sağlanmış olur.
İnsanlar, Dünya’daki ahşap yapıları ve sürdürülebilir mimariyi örnek alarak, Mars’ta da benzer bir inşaat yaklaşımı geliştirmeyi düşünüyor. Ağaçlar, havadaki karbondioksiti ve topraktaki suyu kullanarak güneş enerjisiyle selüloz ve diğer yapısal malzemeleri üretir. Bu biyolojik süreç, karbon emisyonunu azaltırken, sürdürülebilir bir inşaat anlayışını destekler. Prof. Türer’e göre, 2050 yılına kadar net sıfır karbon hedefi doğrultusunda, hem Dünya hem de Mars için, yapı malzemelerinde sürdürülebilir ve doğa dostu çözümler ön plana çıkacak. Belki de, gelecekte Mars’ta inşa edilecek ilk yaşam alanları, Türk mühendislerinin ve bilim insanlarının inovatif tasarımlarıyla hayata geçecektir.