Türkiye,
Gazze krizinde sadece bir taraf değil,
insaniyetin ve çözümün adresi olmak zorundadır.
Gazze… Yanan her ev, akan her damla kan, Türkiye’nin başkenti Ankara’ya bir yankı olarak geri dönüyor. Bu kriz, sıradan bir dış politika meselesi değil; o, bizim için bir turnusol kağıdı, ahlaki pusulamızın ve diplomatik gücümüzün acımasız bir testi. Türkiye, bu ateş hattında iki büyük sınav veriyor: Biri uluslararası arenada diplomatik ustalık, diğeri ise kendi içindeki vicdani sesi siyasetin gürültüsünden koruma mücadelesi.
Bir Diplomatik Hokkabazlık: Batı ve Bölge Arasında!
Dış politika cephesinde, Türkiye bir denge ipinde yürüyor. Bir yanda NATO üyesi ve Batı ile ekonomik bağları güçlü bir devletiz; diğer yanda ise bölgenin en büyük Müslüman ülkesi olarak mazlumun yanında durma ve tarihsel sorumluluğumuzu yerine getirme zorunluluğumuz var.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “ateşkes” ve “insani yardım” eksenindeki yoğun diplomasisi, bu zorlu hokkabazlığın somut örneğidir. Amacımız sadece ateşi durdurmak değil, aynı zamanda Ortadoğu’daki güç boşluğuna liderlik iddiamızı tescil ettirmek. Ancak unutmamalıyız: Gerçek diplomatik deha, yüksek sesli eleştirilerde değil, sözleriniz ne kadar keskin olursa olsun, kapıları açık tutabilme yeteneğinde gizlidir.
Türkiye’nin asıl başarısı, hem Batı’nın masasına oturup hem de Filistin’e kesintisiz yardım ulaştırabilme becerisinde yatacaktır. Bu, sadece bir diplomatik yetenek değil, aynı zamanda küresel siyasetteki ağırlığımızın da bir göstergesi olacak.
İçerideki En Büyük Ortak Payda: Vicdanın Sesi!
Krizin iç siyasetteki etkisi, belki de en karmaşık olanı Gazze. Gazze, Türkiye’deki tüm siyasi ayrılıkları bir anlığına donduran bir “ortak vicdan” yaratmıştır. Sokaktaki vatandaş, siyasi görüşü ne olursa olsun, insani felakete karşı tek yürek olmuştur. Ancak siyaset, bu güçlü vicdanı kendi gündemine çekme eğilimindedir.
Hükümet, Filistin davasını sahiplenerek halk nezdindeki meşruiyetini pekiştirirken; muhalefet, diplomatik adımların yeterince sert olmadığını öne sürerek eleştiriyor. Bu durum, hepimizin kabul etmesi gereken o temel gerçeği gölgeliyor.
Gazze, bir parti meselesi değil, bir insanlık meselesidir.
Benim asıl endişem, bu krizin, siyasi rekabetin gölgesinde kalarak, samimi ve birleştirici gücünü kaybetmesidir. Bu tarihi hassasiyet döneminde, siyasetçilerimizin görevi, sadece dışarıya güçlü bir mesaj vermek değil, aynı zamanda içerideki bu güçlü vicdan birliğini korumaktır.
Türkiye, Gazze krizinde sadece bir taraf değil, insaniyetin ve çözümün adresi olmak zorundadır. Bu krizden nasıl çıktığımız, yarınki uluslararası itibarımızı belirleyecektir. Ancak daha da önemlisi, bu sınavdan nasıl çıktığımız, kendi içimizde nasıl bir toplum olduğumuzu belirleyecektir.
Ankara’nın gerçek sınavı, Gazze’nin çığlığını siyasete kurban etmeden, eyleme dönüştürebilme yeteneğinde gizlidir.