Şöhretin gölgesinde uyuşturucu tehlikesi, haz eşiği ve kimlik bölünmesini çarpıcı bir bakışla ortaya koyuyor; farkındalık ve sağlıklı direnç için rehberlik.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yürüttüğü operasyonlar, adeta bir sıra halinde ilerliyor. Gündemi meşgul eden gözaltılar ve yeni ihbarlar, soruşturmanın derinleşmesini sürdürüyor. Bu süreç, lüks yaşamlar ve yüksek refah düzeyleriyle bağ kurulan bağımlılık belirtilerini de yeniden gündeme taşıyor.
HAZ EŞİĞİNİN YÜKSELMESİ ile başlayan süreç, ödül ve haz mekanizmasının aşırı uyarılmasıyla bireylerin giderek daha güçlü uyaranlara ihtiyaç duyduğunu gösteriyor. Klinik psikolog Dila Teksin’e göre, maddi imkânlar ve statü, her şeyi erişilebilir kılarken, beynin ödül–haz sistemini etkileyebiliyor. Yüksek toplumsal konumda olan kişilerde bile bağımlılık eğilimlerinin artabildiğini vurgulayan uzmanlar, bireylerin performans baskısı ve medya etkisinin kronik strese yol açtığını belirtiyor.
Şöhret ve Kimlik Bölünmesi kavramı, görünürlüğün artmasıyla beraber hataların payına düşen alanı daraltıyor. Saha gözlemleri, toplumun kamu önündeki “ideal benlik” ile özel hayattaki gerçek benlik arasındaki çatışmanın zamanla yoğun bir yabancılaşmaya dönüştüğünü gösteriyor. Bu kırılma, yalnızlık ve ruhsal yükü beraberinde getirirken, koruyucu ruh sağlığı hizmetlerinin insan odaklı yaklaşımını daha da gerekli kılıyor.
“KOKAİN VARSA CİNSELLİK DE VARDIR” iddiası ise bariz bir biyolojik etkileşimi işaret ediyor. Dr. Huzeyfe Barham’a göre, gelir seviyesi yüksek olan bireylerde kokain kullanımı dürtüsel davranışları tetikleyebiliyor. Frontal sistemin baskılanması, karar verme süreçlerini zayıflatıp sınırları ortadan kaldırıyor; bu durum cinsellik, risk alma ve saldırganlık gibi tepkileri öne çıkarabiliyor. Kokainin sadece elit ve pahalı bir madde olmadığını söyleyen uzmanlar, beynin fren mekanizmasının zayıflamasıyla ilgili somut biyolojik açıklamalara dikkat çekiyor.
Bu tablo, bağımlılık sorunlarının yalnızca ekonomik yoksunlukla sınırlı olmadığını, tüm toplumsal katmanlarda karşılaşılabileceğini ortaya koyuyor. Uzmanlar, toplumun kabul gördüğü kişilerin dahi bu tehlikeli sarmalın etkilerine açık olabileceğini belirlerken, ruh sağlığı hizmetlerinin performans odaklı değil, insan odaklı bir yaklaşım benimsemesi gerektiğini vurguluyor.