DOLAR
40,8638
EURO
47,8575
ALTIN
4.383,89
BIST
10.870,57
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Açık
29°C
İstanbul
29°C
Açık
Pazartesi Parçalı Bulutlu
30°C
Salı Parçalı Bulutlu
29°C
Çarşamba Parçalı Bulutlu
29°C
Perşembe Açık
31°C

‘Savaş insanlığın en korkunç buluşudur’

Savaşın insanlık için korkunç bir buluş olduğunu sorgulayan, barış ve gerçeklerle dolu bir içerik.

‘Savaş insanlığın en korkunç buluşudur’
17.08.2025 07:34
A+
A-

Ümran Avcı – Buket Arbatlı’nın ilk öykü kitabı Erkeklere Her Şey Anlatılmaz ile kadınların farklı cephelerde sürdürdüğü mücadeleleri merkeze almıştı. Şu sıralarda kaleme aldığı Korkunun Kıyılarında ise okuru Millî Mücadele yıllarına ve savaşın harap ettiği coğrafyalara taşıyor. Belgelere ve sözlü anlatımlara dayanarak yazdığı öykülerle yakın tarihi yeniden canlandırıyor; fakat bu kez savaşı kaybedenlerin bakış açısından aktarıp onların korkularını, kaygılarını ve galibiyet özlemlerini insan ruhunun derinliklerine inerek işliyor. Ardından Cumhuriyet’in kuruluş yıllarına taşıyor projeksiyonu: Devrim sancılarını, kocalarını cepheye gönderenlerle cepheden dönenlerin nasıl başkalaştığını gösteriyor. Buket Arbatlı ile aile büyüklerinin ortak hafızasından süzülen anılar, insanı sarmalayan korkuları konuşuyor.

■ Anlatıp hikâyeleştirdiğiniz biraz da kendi aile büyüklerinizin öyküsü. Bu anlamda “Korkunun Kıyılarında”ya atalarınıza saygı kitabı demek mümkün mü? Tam olarak öyle. “Trikupis’in Erleri”, “İnkılapları Biz Yapmadık” ve “Mustafa’nın Cebi” öyküleri, Burdur adlı küçük bir Anadolu şehrine ait insanları taşır. Kitaplarda kalmış, belki de unutulmuş, resmi tarihte çok az adı geçen sıradan insanlar. O dönemin çalkantıları arasında bazıları masumiyeti, bazıları kadınlığı, bazıları aidiyet duygusunu kaybediyor. Bir uçurumun kıyısına gelince ne yapacaklarını bilemiyor ya da hayatlarına damga vuracak kararlar alıyorlar. Aile büyüklerimin tüm kurgulanmış olayları yaşamış sayılmazlar; uzun ömürleri benim gençliğime eşlik etti. Onları kaybettikten sonra Kurtuluş Savaşı ile Cumhuriyet’in ilk yıllarını nasıl yaşadıklarını sormadığım için pişman oldum. “Korkunun Kıyıları” yazarken özellikle Said-i Nursi’yle ilgili öyküde Burdur’daki 80 yaş üstü insanlarla görüşmek istedim; çünkü ulaşılabilir bilgiler yerine daha insani bir bakış arzuluyordum. Kılık kıyafet düzenlemesiyle ilgili öykü için Burdur’da ilk şapkayı diken Balkırların son ferdiyle konuşmak, hem heyecan verici hem de doğrudan tanıklığa erişmek adına çok değerliydi.

■ Yazmak biraz da yazılan hikâyeyi yaşamaktır ya; bu öykülerin altından nasıl bir psikolojiyle çıktınız? En zoru “Hristos Anesti” oldu. Bu öyküde, büyük ideallerle Küçük Asya’yı gerçek sahiplerine geri kazandırmak amacıyla savaşa gelen Yunan komutanı Andoni’yi tarafsız bir dille aktarmak istedim. Tonla bilgi okudum; Yunan ordusu geri çekilirken köyleri yakıp yıkıyor, zulüm yayılıyor. Kendimi onun kahramanı olarak görmek ve onu eleştirmemek için mücadele ettim. Sonunda yeniden yazıp sildim, sanırım başardım.

■ Savaşın başkalaştırdığı karakterler dikkat çekici… Gidenle dönen aynı kalamıyor. Savaş korkunç bir şey; kimse masum kalamıyor. En umulmadık insanlar bile beklenmedik davranışlar sergiliyor. Savaştan hasar almadan çıkmak, bedenin günahlarımızı hatırlatmasıyla mümkün olmuyor. Gözümüz aylardır ayağımızdan çıkmayan çizmeyi görmek istemez; insanlar kendilerini görünmekten sakınır. Kafes pencerelerin ardında titreyen ellerimizle otururuz. Savaş, insanlığın en korkunç buluşudur. “Muktedirlerin her zaman kazanamamasından daha güzel ne olabilir?”

■ Saray yaşamının perde arkasına baktığınız “Son Osmanlılar” öyküsünü konuşmadan geçmek istemem… Bu öykü Osmanlı’nın son cücesi Bahri Ağa’nın resmini gördüğüm an başladı. Kruvaze ceketi ve cep mendiliyle Bahri Ağa beni büyüledi. Cücelerin saraydaki durumu trajikti; Bahri aslında şanslıydı. Bu öyküdeki kahramanların tümü gerçek; saltanatın kaldırılmasından sonraki durumlarını araştırıp öyküye yerleştirdim. Harem ağalarının hadım olmalarına rağmen cinsel yaşamlarının olması bana ilginç geldi. “Muktedirlerin her zaman kazanamamasından daha güzel ne olabilir?” Bu insanlara yapılanlar korkunçtu; ama onları da hayata tutunanlar olarak gördüm ve sevdim. Cariyeleri de elbette. “Son Osmanlılar”, Osmanlı’nın son köleleri; Nazım Hikmet’in dizelerinde, Göztepe’nin sokaklarında, bir çocuk tekerlemesinde hayatta kaldılar. Ümit Bayazoğlu’na yazdığı kitap için teşekkür etmek isterim; çünkü resmi olmayan kara tarihimize katkıda bulundular. Umarım ben de onlar için ufak bir iz bırakabilmişimdir.

■ Resmi tarihi, kurmaca üzerinden okumanın yarattığı etki için neler söylersiniz? Bu kitabı yazarken Yunan ve Türk komutanlarının anılarını okudum; tarih kitaplarından daha etkileyici bulduğum bu metinler, Korkunun Kıyıları için de önemli geri dönüşler sağladı. Okurların kayıp olanları değil, savaşın ardından ayakta kalanların hikâyelerini mercek altına aldığı için bu çalışmalar sıkça ilgiyle karşılandı. Tarih bölümlerinin, öğrenci kulüplerinde tartışılmasını isterim; çünkü burada pek çok malzeme bulunuyor ve bu malzeme daha farklı bir tarih okumayı mümkün kılıyor.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.