Işıltısını tevazu ve cesaretten alan içerik; ilham veren bir yolculuk, kişisel gelişimde denge ve kararlılık vurgusu.
Nesrin Topkapı ile ilgili anılar ve izler, Türkiye’nin kültür tarihiyle iç içe geçmiş bir dönemin ışığında okunuyor. Yaşı 50’nin üzerine olanlar onu TRT ekranlarında yılbaşı gecesi dans şovuyla hatırlarken, gençler onu Otobiyografi adlı kitabıyla tanıyorlar. Bu eserde Topkapı’nın sade üslubu, büyük iddialar yerine yaşanmışlıkları ve mücadeleyi ön plana çıkarıyor.
Topkapı’nın yolculuğu konforlu bir başlangıca sahip değildir. Kitabın adı, onun görkemli görünüşüne rağmen hayatını sade bir dille özetliyor: Türk kültür tarihinde adım adım bir yolculuk. Tanıdık isimler ve bilinmez karşılaşmalardan oluşan bu biyografi, yaşamın zorluklarına karşı cesur bir genç kızın, vaktinden önce kadınlaşan bir çocuğun öyküsünü anlatıyor. Özellikle Topkapı’nın cesareti, kitabın en etkileyici yanını oluşturuyor.
Her şey 1951’de Beyoğlu’nda başlar. Nesrin Topkapı, sanata yatkın bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. Annesi ve babası arasındaki aşkın sahneleri net değildir; ancak çocukları ilk sıralarda değildir. Annesinin zor geçmişi, sanatla tedavi edilen acıların öyküsünü taşısa da Topkapı için hayatı yeniden kuran bir güç olur. Maddi sıkıntılarla büyüyen genç kız, dansa olan yatkınlığını erken yaşlarda gösterir ve konservatuvara girme denemesi fiziki nedenlerle sonuçsuz kalır. Bu engel sıradan bir hayal kırıklığı değildir; yıllar boyunca sürecek bir haksızlığı simgeler.
İlk sahne deneyimi Adana’da altı-yedi yaşlarındayken başlar ve kısa bir süre sonra mekan kapanır; fakat bu anı, ilerleyen yılların tohumlarını atar. Ardından Yılmaz Güneyli filmlerde çocuk yıldız olarak sahneye adım atar; yönetmen Atıf Yılmaz’ın ilgisiyle geçen bu dönemde kariyerinin ilk adımları atılır. Ancak bu süreç, ölçekli bir başarıya dönüşmeden önce pek çok zorluğu barındırır. Altın çağ olarak adlandırılan yıllar, babasının ölümünün ardından gelir ve Topkapı için ekmek kavgası başlar. O yaşlarda yüzleştiği tacizler, onu yeniden sahneye taşıyan bir güç olarak karşımıza çıkar. Bedenen ve ruhen büyümek zorunda kalan bir çocuk olarak, Londra’ya uzanan yolculuklar ve kısa Finlandiya hayalleri, onun hayatını şekillendirir.
Türkiye’ye dönüşün ardından gazinolarda adının parıldayışını izleriz; İzmir Fuarı’nın popülaritesiyle birlikte adı reklam panolarında görünür. Ancak altın yaldızın altında saklanan gerçekler, Topkapı’nın anlattıklarının hemen ardından gelir. Kitap, olumsuzlukları tevekkülle karşılamayı ve öğrenci yetiştirme, kostüm dikimi, koreografi yapımı gibi faaliyetlerle topluma katkı sunmayı sürdürür. Bilgi Üniversitesi’nde ders veren, dünyayı gezip gördüklerini paylaşan Topkapı, bir dönemin parlayan ışığı olarak hafızalarda yer eder.
“Oryantal dans erotikleştirildiğinde küçümsendi” ifadesi, Topkapı’nın önsözünden hareketle pek çok sorunun altını çizer. Gündeme gelmeyi pek seven biri değildir; kendi ifadesiyle her dalı hayatına damla damla işlemiştir. Oryantal dansa dair eleştirel bir bakışla da karşısında duran gerçekler, sahnelerdeki beklentilerin ötesinde bir düşünceye işaret eder: Dans, sadece bir gösteri değildir; sosyolojik bir olaydır ve onunla hesaplaşmayı gerektirir. Topkapı’nın yaşam öyküsü, sadece bir sanatçının kariyeri değildir; bir dönemin kültür ve eğlence tarihine tanıklık eden bir belgedir.