Kritik minerallerin enerji dönüşümündeki küresel bağımlılığını irdeleyen ülkeler arası denge ve stratejiler için güvenli, akıcı bir bakış.

Enerji geçişi sürecinde kilit rol oynayan kritik mineraller, pil teknolojileri ve temiz enerji sistemlerinin temelini oluşturuyor. Kobalt, lityum, nikel, manganez ve grafit gibi hammaddeler, günümüzün yenilenebilir enerji çözümlerinin üretimini ve gelişimini desteklerken aynı zamanda bu kaynakların çıkarımının; bazı ülkelerde yoğunlaşması, arz güvenliği açısından önemli riskler doğuruyor.
Raporlar, rezervlerin en büyük kısmının Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde bulunduğunu gösteriyor; grafit üretiminin ise büyük çoğunluğunun Çin’de gerçekleştiği ve kobalt ile nikel üretiminde de ülkelerin belirli birliktelikleri öne çıktığı dikkat çekici veriler arasında. Bu durum, küresel tedarik zincirlerinde kırılganlık risklerini artıran bir tablo sunuyor.
Krizlerin kaynağı yalnızca rezerv dağılımı değil; nadir toprak elementlerinin üretimi de Çin merkezli bir yoğunlaşma gösteriyor. Yaklaşık yüzde 40’lık rezerv ve yüzde 69’luk küresel üretim payı Çin’de olduğunda, bu ülke kritik minerallerin işlenmesi ve ileri teknoloji üretiminde küresel lider konumunu sürdürüyor.
Geçen yıl küresel kritik mineral üretimi önceki yıla göre yaklaşık yüzde 5,5 artış kaydetti. Artışa en çok katkı yapan kobalt olurken, manganez ve nikeldeki dalgalanmalar bu büyümeyi kısmen dengeledi. Bununla birlikte, sınırlı sayıda ülkede yoğunlaşan arz hâlâ arz güvenliği açısından önemli bir endişe kaynağı oluşturmaya devam ediyor ve enerji dönüşümüne artan talep, fiyatlarda dalgalanmalara yol açıyor.
Uzmanlar, bu durumun stratejik kırılganlıklar doğurabileceğini ve piyasa rekabetini zayıflatabileceğini vurguluyor. Çin’in kritik mineral piyasasındaki tekelci konumu, jeopolitik bağımlılık risklerini artırıyor ve bazı ülkeler için enerji dönüşümüne yönelik küresel hedeflerin gerçekleştirilmesini zorlaştırıyor. Özellikle kobalt, grafit ve nikel dışındaki minerallerin belirli ülkelere odaklanması, uluslararası aktörleri bu kaynakları elde etmek üzere yönlendiren politikalarla karşı karşıya bırakıyor.
Küresel stratejiler ve ortaklıklar artıyor: Büyük ekonomiler, kritik mineral arz güvenliğini güçlendirmek amacıyla bu kaynaklara sahip ülkelerle stratejik iş birlikleri kurmayı ve stoklama programlarını genişletmeyi sürdürüyor. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler de, imalat sektörü için kritik hammaddeleri güvence altına almak amacıyla temin stratejilerini güncellemek zorunda kalıyor.
Türkiye’nin içinde bulunduğu enerji dönüşüm süreci için önerilen yaklaşım, sadece kaynakları güvence altına almakla kalmamalı, aynı zamanda işlenmiş ürünlerin değer zincirinin ülke içinde kalmasını hedefleyen politikalarla desteklenmelidir. Jeolojik çeşitlilik ve kaynak zenginliği açısından güçlü olan Türkiye’nin, ekonomik kalkınma planlarını bu doğrultuda şekillendirmesi, kritik minerallerin tedarik risklerini azaltabilir ve yeşil enerji hedeflerinin daha istikrarlı bir şekilde ileriye taşınmasını sağlayabilir.