Kadınların film ve sanat dünyasındaki temsili ve gelişimiyle ilgili güncel tartışmaları keşfedin. Kadınların sanattaki rolü ve etkisi üzerine önemli bilgiler.
Scarlett Johansson’un geçen hafta verdiği bir röportajda, oyunculuğa henüz yeni başlarken kendisine önerilen rollerin çoğunlukla ‘arzu edilme’ ve erkek bakış açısıyla şekillendiğini dile getirdi. Günümüzde Hollywood’un farklılaştığını düşünen Johansson, “Kadınlar artık güçlenen pozisyonlarda yer alıyor. Eskiden bana teklif edilen erkek merkezli hikâyeler giderek azaldı. Birçok şey değişiyor” sözleriyle sektörün dönüşümüne dikkat çekti. Bu görüşler üzerine, oyuncularımıza sektörümüzdeki durumu sorduk ve onların perspektiflerini aldık.
Kadın meselesine odaklanan filmler genellikle sektör tarafından destek buluyor, finansal olarak fonlanıyor ve festivallerde kabul görüyor. Ancak, burada önemli olan sadece kadın temalı filmler değil; kadın karakterlerin gerçek anlamda kadın meselelerine odaklanan hikâyelerle anlatılmasıdır. Elbette, kadın oyuncuların başrol veya ana rol almaları önemli olmakla birlikte, daha da kritik olan, toplumsal cinsiyet rollerinin ötesinde, özgün ve bağımsız hikâyelerin anlatılmasıdır. Ayrıca, standart güzellik dayatmasının erkek oyuncular üzerinde pek etkili olmadığını görmekteyiz. Birçok erkek başrol oyuncusu, ‘güzel’ olma zorunluluğu olmadan karizmatik şekilde öne çıkabiliyor. Bu noktada, şöhretli ve karakter oyuncusu olarak tanınan isimler arasındaki ayrım da ilginçtir; kimse ‘karakter olmayan oyuncu olur mu?’ diye sorgulamıyor. Buna ek olarak, kadın oyuncularda ücret eşitsizliği ve sömürü konusunda ciddi sorunlar devam ediyor ve bu sorunlar sektörümüzde derinleşerek sürüyor.
Son 30 yılda sinema ve tiyatro alanında kadın hikâyelerinin artışını yeterli bulmayan Çetin, özellikle memleketteki genel tıkanıklığın, bağımsız sinemayı ve kadınların hikâye anlatımını olumsuz etkilediğini belirtiyor. 1990’larda, televizyon dizileri ve artan sinema okulları sayesinde, kamera arkasında kadınların sayısında belirgin bir artış olmuştu. Bu dönemde, ‘kutsal anne’ gibi tabu sayılan kavramlar ve kadın sorunlarına odaklanan hikâyeler, literatüre girmeye başlamıştı. Erkeklerin, hikâyelerin ana alıcısının kadınlar olduğunu bilerek daha dikkatli davranmaya başladıkları görülüyordu. Ancak, genel anlamda yeterli bir ilerleme sağlanamadığını, memleketin mevcut durumu ve sosyal yapısı ile ilişkilendiriyor. Tanzimat sonrası gelişen ilk feminist hareketin kadın edebiyatçıların birlikte hareketiyle dikkat çektiğini hatırlatan Çetin, günümüzde de kadın sinemacılar arasındaki birlik ve dayanışmadan umutlu olduğunu ifade ediyor. Bu süreçte kadınların mücadelesinin, ilerlemenin ana belirleyicisi olacağını düşünüyor.
Ergüder, Türkiye’de erkek merkezli hikâyelerin değişmediğini ancak kadın odaklı projelerin sayısında belirgin bir artış olduğunu belirtiyor. Kendisi, ‘güçlü kadın karakterleri’ ve bu karakterleri canlandırabilen başarılı oyuncular arasında yer alıyor. Bu gelişmelerin, sektörün kadın temelli hikâyelere daha fazla ilgi göstermesiyle bağlantılı olduğunu düşünüyor.
Özen, sinema ve tiyatroda yapılan ilerlemelerin, özellikle dil ve anlatım açısından, oldukça belirgin olduğunu söylüyor. Ancak, dizilerdeki durumun daha kötü olduğunu vurguluyor. Başrol kadın oyuncular dışındaki kadın karakterlerin yalnızca kıskanç, sinsi ve birbirinin kuyusunu kazmaya çalışan rollerle sınırlı kaldığını belirtiyor. Scarlett Johansson’un, çıkışını sağlayan güçlü ve özgün rollere erişimini örnek gösteren Özen, Türkiye’de de sinemadan para kazanabilmenin, sektörde ilerlemenin yolu olduğunu söylüyor. Sanat ve ticaretin birlikte hareket etmesi gerektiğine değinen Özen, her iki alanın da dil ve finans açısından ilerlemesi için ortak çaba gerektiğine inanıyor. Gelişme olmadan, sadece sanat ve finans alanında değil, sektörün genelinde de ilerleme sağlanamayacağını düşünüyor.