Hind Rajab’ın Sesi: İnsanlığa ilham veren unutulmaz bir anı. Görülmeye değer, derin bir hatıra yolculuğu.

Gazze’deki trajedinin izleri, Hind Rajab’ın sesiyle yeniden yankılanıyor. İsrail güçlerinin hedef aldığı aracı terk ederken tüm akrabaları hayatını kaybetti; ancak küçük kız, cesetler arasında saklanarak Filistin Kızılayı’nı arayabildi ve yardım çağrısını sürdürdü. Ambulans ve gönüllüler, 12 gün sonra ancak ona ulaşabildi. Saldırıların ardından Filistin Kızılayı, Hind Rajab ile yapılan görüşmenin ses kaydını paylaştı ve bu kayıt, The Voice of Hind Rajab/Hind Rajab’ın Sesi isimli belgesel projesinin doğuşunu tetikledi. Film, Venedik Film Festivali’nde prömiyerini yaparak ayakta 23 dakika süren bir alkışla karşılandı ve Büyük Jüri Ödülü’nü kazandı. Dünya sinemasının önde gelen isimleri, filmi duyurmak için yürütücü yapımcı olarak destek verdi: Brad Pitt, Joaquin Phoenix, Rooney Mara, Alfonso Cuarón ve Jonathan Glazer gibi isimler çalıştı.
Hapishane duygusu ve gerçek sesin gücü Kaouther Ben Hania’nın yönettiği bu çalışma, Hind Rajab’ın gerçek ses kayıtlarını kullanırken bazı sahneleri profesyonel oyuncularla yeniden canlandırıyor. Seyirciyi, Hind’in masum ve yardım çağrısına kulak veren sesine odaklanan bir kapalı mekanda tutuyor; bu kapalı alan, izleyiciyi hem Rajab’ın çaresizliğine hem de Kızılay çalışanlarının karşılaştığı bürokratik zorluklara ortak ediyor. Yönetmeni, anaakım sinemanın klişelerini kırmaya çalışırken, ses kayıtlarının gerçek oluşu travmatik bir etki yaratıyor. Filmin belgesel olmadığını bilmek de bu etkiyi dengeliyor; asıl amaç Filistinlilerin sesini dünyaya duyurmak ve bunun karşısında duygu sömürüsüne düşülmesini engellemektir. Hollywood’un ideolojik arka planı veya Hollywood’un katliam söylemlerinin tekrarını duyumlama riski, filmi izleyenlerde yoğun bir ahlaki hesaplaşma yaratıyor.
Geçmişten bir yansıma Bu belgesele paralel olarak Erkan Yazıcı’nın yönettiği ve Güldestan Yüce, Turgay Atalay, Elvin Köse ile Hüseyin Taş’ın oyuncu olduğu “Doğudan Fragmanlar” 1916’da Trabzon’u Rus işgalinin tehdidiyle karşı karşıya getiriyor. Zeynep ile Safiye’nin yolculuğu, dört yaşındaki oğlu Haşim ile birlikte batıya doğru sürerken, ani bir kayıp onları derin bir kaygı ve zor seçimler karşısında bırakır. Haşim’in hayatını kaybetmesiyle birlikte Zeynep’in köy mezarlığı arayışı, trajik bir gerçeği yüzümüze vurur ve geçmişle bugün arasında bir köprü kurar.