HERKES YAPAYALNIZ ÖLÜYOR! -2
Nihayetinde
insan yalnız doğuyor ve yalnız ölüyor!
Aklı gözünde, gözü ekranda, bildiği gözün gördüğü kadar olan
ve gönlü baktığı kirli ekrana akan ilmi, ameli, hakikati ve marifeti
anlayamaz, anlatma; yorulursun, bitap düşersin yine anlatamazsın.
İnternete bağlı cep telefonu ve bilgisayarınızla çocuklarınızı kime teslim ediyorsunuz?
İnsanlar ekran başında saatlerce oturuyor. Bir araştırmaya göre sıradan bir sosyal medya kullanıcısı her el hareketinin dört buçuk, beş santim içerik kaydırıyorken günde ortalama seksen yedi metre kare ekran kaydırması yapıyormuş. Kim at, kim it; kimin atı, kimin itiyle belli değil; henüz bilmiyoruz. Doğumdan ölüme kadar bebekler, çocuklar, gençler, insanlar; kadınlar, erkekler, karı ve kocalar kiminle oturduğunu biliyor muyuz? Hayır. Mesela internet sağlayıcılarının ve telefonların size seçenek sunduğu ebeveyn filtrelerini hiç kullanıyor muyuz? Hayır. İnsanlar işine geleni yapıyor, gelmeyeni yapmıyor, yok sayıyor? Halbuki ilke ‘Allah ne emrettiyse yapacaktık ne yasakladıysa uzak kalacaktık? Yapabildik mi, uzak kalabildik mi? Hayır. Artık bizim için mesele budur.
Aklı gözüne inmiş[1] olanlar el alemin emrindedirler. El alem ne der? Ne derse desin! Kurtul o mahpus damından. Üslubun muhataba göre şekil alsın. El alemin ne dediği önemli mi? El alemin dediğini yapsan da yapmasan da susmayacaklar. İnsanlık kuruş ile değil, duruş ile olur. Allah’ın ne dediğine bakıyor musun ve duruşunu ona göre düzeltiyor musun? Onlar kendi müptezel ekranlarında ister sussun ister susmasınlar.
Millet kendi kusurunu çuvala basar, seninkini duvara asar. Biz de biliyoruz kimin ne olduğunu, kokmasın diye çuvala basmadan geçiyoruz. Bir zaman sonra insanlar ne diyecek diye düşüneceğine artık Allah ne diyor diye endişe ediyorsun. El alemin hayali beni ilgilendirmiyor, düşünmüyorum, konuşmuyorum da. Ben hayalimin ve hedeflerimin peşindeyim. Dünün değerleriyle günün şartlarında yaşayabiliyor muyum? Meselem artık budur. Şunu biliyorum ki kendi kişiliğiyle var olanlar, şu dünyaya mütevazı gelir, mütevazı gidermiş lakin dünya mütevazı olanlardan ziyadesiyle bahsedermiş.
Ve ayrıca kaliteli bir yalnızlık, kaliteli bir depresyon da getirirmiş. Bir yüze, bir bedene, bir sohbete ve muhabbete ihtiyacımız var. Kimse yüzde yüz ne dost ne düşman. İnsan yarı yolda kalır, yarı yolda bırakır. Ya biri, senin hikayende zalim ya birinin hikayesinde sen zalimsin. Ne tuhaf her yaşın acemisi şu insan, dünyayı cehenneme çevirir ve ardından cennete gitmeye çalışır. Herkesin bir geçmişi var bir de vazgeçişi. Bir ömür koşarsın, yetiştiğin ikisinden biri sadece nasibindir işte. Kimi gelir, kimi gider ama insan hep kendine kalır. Anladım ki şu dünyada bütün yolculuk kendimden kendimeymiş, gerisi kıyl u kal imiş.
Hayatı nasıl görüyorsun? Fikirle görüyorsan nazar ediyorsun, kalple görüyorsan basiretin açık, hissederek görüyorsan şuurlusun, ruhunla görüyorsan sevgi ve muhabbetin derin, gözle görüyorsan rüyetesin, anlayarak görüyorsan idraktesin, tüm varlığınla ve benliğinle görüyorsan kulluğun bütün ve seccadede secdedesin. Nasıl görüyorsun? Görmek sadece gözle değil, tüm kabiliyetinle ve potansiyelinle görebiliyor musun? Gözler nereye bakıyor, gönül nereye akıyor? Asıl mesele budur. Hiçbir şey görüldüğü gibi değil. Beş duyunun ötesinde ‘asıl gerçek’ var. Görülmeyeni görebiliyor musun? Duyulmayanı duyuyor musun? Bir dahaki sefer mi diyorsun? Ve insan en çok bir dahaki sefere bıraktığı işlerde yanılıyormuş. Yoktur bir daha bu son dem.
Bağlaç olan de ayrı yazılır. Gramer olarak bilmese de kalemin ucunda o bilgi vardır. Bilmesek de neyi söylememiz, neyi söylememiz gerektiği dilimizin ucundadır. Çünkü Anadolu irfanındaki bu kadim bilgi, henüz farkında olamasak da heybemizin hala bir yerindedir. Mustafa Akad’ın mealen dediği gibi başlarını çevirip baktıkları yere topyekûn geçeceğimiz günler, düne göre çok daha yakındır.
Bağlanmak mı yoksa bağı koparmak mı daha kolay, bilemiyorsun. Bazen kazandıklarınız kadar kaybettikleriniz de kazançtır. Neyin hayır neyin şer olduğunu bilemezsiniz. Kaybettiğinizden ne kadar fazla kazandığını biliyor musun?
Herkes aynı yolda kendi başına ayrı şekilde yürüyor; kimi mutlu umutlu kimi mutsuz umutsuz yürüyor. Nihayetinde insan yalnız doğuyor ve yalnız ölüyor! Aklı gözünde, gözü ekranda, bildiği gözün gördüğü kadar olan ve gönlü baktığı kirli ekrana akan ilmi, ameli, hakikati ve marifeti anlayamaz, anlatma; yorulursun, bitap düşersin yine anlatamazsın. İnsan sonradan anlarmış göze hitap edenle gönle hitap edenin farklı olduğunu; kalbin gördüğünün, gözün gördüğünden fazla olduğunu; aklın düşündüğünün, kalbin düşündüğünden az olduğunu; biri kadir gecesini ararmış, biri gecenin sahibini.
Kimse teknolojiden uzak kaldığı için ölmüyor fakat insan çoğu teknoloji ve özellikle ekran bağımlılığı yüzünden ömrün en güzel anlarından ırak yıllarını heba ede ede yapayalnız ölüyor. İnsanın aklı ve duyguları telefona, kırsaldan şehre indirilince bedeni apartmana mahkûm ediliyor.
Heyhat! Geçecek biliyorum lakin şimdi canım çok acıyor. Zamanında ata kibirli binmişiz ve şimdi sonsuzluk evine yürüyerek gidiyoruz. Ateş düştüğü yeri yakar. Düştüğü yerdeki acının tarifi hiç olmaz. O yüzden acıyı bir yaşayan bilir, bir de taşıyan! Dağ rüzgârı önemsemez, nehir damlayı… Ruhu yorgun olan yatağa sığmazken bedeni yorgun olana taş yastık yetermiş meğer…
Çatlarım an an sızsın içime ışık diye,
İçimden taşan içim, sığsın içime diye…
Gönül kapısını aç, bak geçiyor ömrümüz
Ve her gün, bir gün daha azalıyor ömrümüz!
[1] “Senin gibi aklı gözüne inmiş ve gözüne perde çekilmiş adamlara söz anlatmak ve bir şey göstermek elbette müşküldür.” (Sözler, Otuz Birinci Söz, İkinci Esas.)