“Gel yıkalım şu Süleymaniye’yi desen
iki kazma kürek iki de ırgat gerek.
Hadi gel yapalım geri şunu desen
bir Sinan gerek bir de Süleyman.“
Ve yine bir ayrıntı daha: Paketlenmiş gündemin üstünde nasıl kalınır? Gündemin altında ezilmeden, içinde de kalmadan üstüne nasıl çıkılır? Bugün düşünülmesi gereken esas budur. Bize paketlenmiş bir gündem, paketlenmiş bir tarih, paketlenmiş başarı hikayeleri sunuluyor. Ya pakete sığmayanlar, sığdırılamayanlar, kalıpları aşanlar, mezara sığmayanlar? Şu dünyada her şey paketlenmiş olanlardan ibaret değil! İşte bunu anlamıyoruz, anlayamıyoruz, anlamak istemiyoruz yahut anlaşılması istenmiyor? Paketlenmiş gıdaların, ne kadar sağlıksız olduğunu bile bile. ‘Temiz bir ambalaj, temiz bir üretim ve temiz ürün değildir; temiz bir ambalaj sadece bir algıdır’ gerçeğini bile bile hem de.
Mesela paketlenmiş gündem, paketlenmiş tarih, paketlenmiş başarı hikayeleri, bilinenlerden, yazılandan ve gösterilenlerden ibaret değildir; yazılanın çok fazla ilerisinde, gösterilenin çok daha fazla derininde, bilinenin çok daha fazla yukarısında. Yalan yanlış, kısır cüce, sanal bir fanusun içinde boğuşuyor insanlık böyle işte!
Bu noktada kabiliyet ve zekâ, aklın emrinde olursa kıymet ve değer üretir; kabiliyet ve akıl, zekanın emrinde olursa şeytani bir iş üretir. Çünkü akıl rahmanidir, ‘ben, sen ve biz’ ile hareket ederken zekâ şeytanidir, sadece ‘ben’ merkezli hareket eder. Burada, araştırıldığında paketlenmiş olan her şeyin arkasında, mutfağında, dehlizlerinde büyük ihtimalle ‘ben’ merkezli bir inanç ve felsefe bulunmaktadır.
Düşünsenize; büyük olayların, efsaneleşen kahramanların, gerçek hayat hikayelerinin alkışlanan tarafına bakıldığından fazla sahneye çıkamayan, çıkarılmayan, yok sayılan tarafını aramak, bulmak ve görmek gerekiyor; oradaki verilere odaklanmak gerekiyor. Çünkü hayata dair esas hikâye, görülmeyen karanlık tarafta, sahne arkasında, mutfakta yaşanıyor.
İşte tam burada, ‘Burada olmayanlar neden burada yok?’ diye sormak gerekiyor. Ancak bunu, ‘ben, sen ve biz’ anlayışıyla hareket eden ‘aklıselim, kalbiselim ve zevkiselim nesiller’ böyle sorar.
Düşünen insan ve topyekûn düşünen toplumlar ancak kendi düşündüklerini yaşarlar; yoksa başkalarının düşündüklerini, gündemin üstünde tutulan paketlenmiş bir gündemi yaşamak zorunda kalırlar. Bugünkü ruhsal, zihinsel, duygusal ve toplumsal sorunların temeli buradan kaynaklanır. İyi veya kötü yapılan eyleme dair soru soramayanlar, sorgulamayanlar, sorgulayamayanlar bir gün kaybederler; her gün bir şeyini, bir gün her şeyini kaybederler. Kayıp bir nesil adım adım böyle doğar, büyür ve yaşamadan ölürler.
Bir insanın yaptığı şeyi başka bir insanın yıkması mümkündür, imkânsız değil. Bir insanın yıktığı şeyi başka bir insanın yapması mümkündür, imkânsız değil. Bunun için gerektiği kadar zamana, imkana, kaynağa ve insana ihtiyaç var. “Gel yıkalım şu Süleymaniye’yi desen iki kazma kürek iki de ırgat gerek. / Hadi gel yapalım geri şunu desen bir Sinan gerek bir de Süleyman.” dizleriyle Mehmet Akif konuyu imar edenle yakıp yıkan şahsiyetler olarak özetliyor.
Düşünsenize; şu an sadece hayatta kalanları, gösterilen tarafları, gündemin üstünde tutulan paketleniş katalog sanal hikayeleri düşünüyorsunuz, öyle mi, değil mi?
Peki! Akışına bırak! Aklıselimine, kalbiselimine ve zevkiselimine bırak! Bırak su gibi aksın, yolunu bulsun! Sen umut kesilen biri değilsin, sen umudun tâ kedisisin! Bazen bir şeyin olması da nimettir, olmaması da! Doğal akışına bırak! Yönünü de bulursun, yolunu da…
Herkes yürüyüşüme katılırsa yanlış yönde ve yanlış yolda yürüdüğümü düşünüyorum. Bundan dolayı yola ufku açıklarla çıkıyorum. Karanlıkta tanıdığın güneşte parlamıyor. Geride kalanları bırakarak ufka, zirveye yalnız yürüyorum.