DOLAR
42,2347
EURO
48,9604
ALTIN
5.601,94
BIST
10.576,45
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Hafif Yağmurlu
18°C
İstanbul
18°C
Hafif Yağmurlu
Çarşamba Az Bulutlu
16°C
Perşembe Hafif Yağmurlu
16°C
Cuma Az Bulutlu
16°C
Cumartesi Parçalı Bulutlu
16°C

HAYAT ŞU AN VE BİR GÜN!        – 2 / 2

10.11.2025 13:01 | Son Güncellenme: 09.10.2025 13:31
A+
A-

 

HAYATIN SIRRI NE?

 

 

 

O zaman bir beyaz kâğıda;

 

En sevdiğiniz,

en fazla değer verdiğiniz,

size bir ömür iyi gelen ve en fazla lazım olan şeyleri

önem sırasına göre yazınız?

 

Sahi özgürlük ne? Din yapmamaktır, özgürlük bırakmaktır! Din, sayılı olan yasakları yapmayı bıraktığında geriye kalan her şeyi yapmak mübahtır. Özgürlükte de öyle; kötü, çirkin ve yanlış olan şeyleri bıraktığında gerçekten özgür olursun. Gerçek dindarlık, gerçek özgürlük gibi, alışkanlık haline getirdiğin kötü düşünmeyi, çirkin olanı yapmayı ve iki yüzlü davranmayı bırakmayı öğrenmekle başlar. Özgürlük de dindarlık da bazı şeylerden vazgeçmekle başlar, gelişir ve olgunlaşır.

Şu hayatta birçok insan senin yere düşmeni, dostunsa ayakta durmanı beklermiş! Gerçek bir dost nerden vuracağını da vurmayacağını da iyi bilirmiş. Nerde ne giyeceğini de ne söyleyeceğini de nasıl davranacağını da iyi bilirmiş. Bundan dolayı karanlıktayken lambasıyla geleni de gelmeyeni de not edeceksin. Aksi takdirde parmağı, en güçlü adamın gözüne sokman büyük bir hata olur. Bu nedenledir ki mesafe daima iyidir ne haddin aşılır ne de canın sıkılır. Çünkü sınırın olmadığı her yerde sinir vardır; acı, elem, keder vardır. Acıların çoğu, sınırı henüz belirlenmemiş tutkuların fazlalığından meydana gelirmiş. Kötü alışkanlıklar, tıpkı iyi alışkanlıklar gibi zamanla derinleşir; dönüşü de çıkışı da zorlaşır…

Hepimiz sınırsız tutkularımızın mahkumuyuz. İnsanlar nasıl yaşayacaklarını tercih ederken nasıl öleceklerini de tercih ederler. Çünkü insanlar nasıl yaşarsa öyle ölürler. Aslında burada cesaretli olan göze parmağını sokan yahut çifte atan eşek değildir, aslanın içinde olduğu vaziyettir; aslanın sınırı belli olmayan bir tutku kafesinde olmasıdır, elinin kolunun bağlanmasıdır. Nihayetinde kökünü beğenmeyen gövde, gövdeyi beğenmeyen dal, dalını beğenmeyen meyve büyüyüp olgunlaşamadan çürür. Ve özgürlük adına bugün yapılan tercihler hayatınızı şekillendirir; yarınki resminizi çizer, fotoğrafınızı çeker.

Bir hikâyede adamın biri bilgeliğiyle meşhur bir krala gider ve sorar: ‘Efendim söyleyin bana hayatta özgürlük var mıdır?’ Kral, “Elbette” der ve ekler; ‘Kaç bacağın var senin?’ Adam şaşırır ama cevap verir: ‘İki, efendim.’ Kral tekrar bir soru daha sorar: ‘Pekâlâ, tek bacağın üstünde durabilir misin?’ Adam hemen cevap verir: ‘Elbette durabilirim. Kral, ‘O halde hangi bacağın üstünde duracağına karar ver’ der. Adam düşünür ve sol bacağı üstünde durmaya karar verir. ‘Tamam’ der kral, ‘Şimdi de öteki bacağını da kaldır.’ Adam şaşırır ve ‘Ama bu imkânsız kralım!’ diye cevap verir. Bilge kral gülümser ve söyle söyler: ’Gördün mü? İste özgürlük budur. Sen sadece ilk kararı almakta özgürsün, ondan sonrasında değil…

 Şu özgür tercihler dünyasında iki tip insan var. Bunların beyinlerindeki bazı kimyasallar ya çok az ya çok fazla. Bu iki tip; ya uyumlu, itaatkâr, sakin ve huzurlu ya huysuz, asi, aceleci ve hırslı insanlar. Deist ve ateist insanların ikinci tipte oldukları görülmüştür. Kırk derviş bir battaniyenin altına sığar da iki padişah bir saraya sığmazmış. Zulme, haksızlığa, her türlü kul hakkı ihlaline karşı çıkmak, isyan etmek, dur demek, tartışmak, mücadele etmek doğrudur, asil bir davranıştır fakat kendi inanç, düşünce, duygu ve alışkanlık şekline uygun olmayan her şeye karşı çıkmaksa bir hastalıktır. Böyle bir tartışmanın galibi de mağlubu da olmaz. Bu bir egodur, ben merkezciliktir. Evrensel ölçekte hiçbir haklı gerekçesi olmayan isyan, nisyan, huysuzluk, acele, hırs şişirilmiş bir egonun eseridir. Böyle bir hayat felsefesi sağlıklı değildir.

Hayat ve alan derinliği! Odaklama yaptığımız şeyin önünde ve arkasında oluşan net bölge. Bir kez gördüğünüzde alan netleşir! Hayatta böyle. Özgür düşüncenle, kendi tercihinle değer verdiğin şeylere, nasıl odaklanırsan öyle… İlişkiler, evlilik, çocuklar… Bir şeyin güzelliğini gerçekten görmek istiyorsan sadece en yakınındakine, gözlerinin önündekine odaklanman gerekir. Senin için kıymetli olan, en yakınında olan her neyse, o alanı netleştirmen gerekir. Bazen yapmam gereken en önemli şey susmaktır, sözler, görüntüler, gürültüler bulanıklaşır. İçine dönersin; kendinle ağlar, kendinle gülersin…

Hayattaki her şey bulanık olur, ta ki senin için önemli olan şeyi bulana kadar. İş, eş, çocuklar; alan derinliği, odak… Önemli olanı bulduğunda her şey değişir, yeniden başlar; sis gider, is gider, çamur gider; su durulur, berrak olur, dip görülür; pirincin içindeki beyaz taşlar dahi net görülür… Şu an hayatındaki en önemli olana odaklan; önemsizler geride kalsın, geridekiler bulanık kalsın.

Doğal bir yeteneğin var! Kurallar öğretilebilir, öğrenilir… Işık, gölge, poz… Ancak dünyayı gerçek güzelliğinde görebilmek için fotoğraf makinasının merceğinden bakabilmelisin. Dünyayı başkalarının hiç göremediği şekilde görebilmelisin. Bu yeteneğinle dünyayı şaşırtacak işler yapabilirsin. Bu yeteneğini hayatın her alanında kullan artık! Hayat şu an; dün geçti, yarın meçhul! Yeter artık! ‘Öldür bendeki beni, sonra dirilt kendimle’ de. Kendi değerini bildiğinde ve yeteneklerinin farkına vardığında büyür, güçlü olursun. Büyümek sadece kendi çabanla da olmaz; bulunduğun kaliteli ortamla, temasta olduğun kaliteli insanlarla olur ancak.

Ve şu hayat yolculuğunda kin ve nefret, alınmamış bir intikamdır. Kin ve nefret mutsuzluk, huzursuzluk, olumsuzluk sebebidir. Kin ve nefret hayatımızdan ancak tövbe ve istiğfar, af ve mağfiretle çıkarabilirsin. Af yolunu tercih etmen bize, Allah’ın bir emridir.

Hayatın her anında, her alanında; şiddet de şefkat bir ders konusu değildir, bir yaşam biçimidir. İnsan olmak, kalbe dokunmakla başlar; ya şefkat eliyle dokunur ve yücelirsin ya nefret eliyle dokunur ve alçalırsın. Tercih senin! İnsan, kalpten kalbe yol açandır; kimi nurun yolunu açar kimi narın yolunu açar…

Hayat sana bilgiyi kulağına fısıldamaz, çekiçle zihnine çakar. Her şey bir yara, her şey bir öğretmen, her hata bir rehber… Bazen anlamak yaşamaktan, yaş almaktan geçiyor. İnsan ancak yaş aldıkça, yaşadıkça, yaşlandıkça akıllanıp gerçeği düşünmeye başlıyor. İnsan ektiğini biçermiş, ettiğini bulurmuş! Bazen insan ne ettiğini hatırlar ne de bulduğunun farkına varırmış. Fakat akıllanıyoruz! Hem de zihnimize çıplak hakikati çekiçle vura vura. Yoksa hâlâ akıllanmıyorsak yaşamıyoruz demektir. ‘Korku ve kararsızlık’ içinde kalıyoruz demektir. Yahut kendimize yalan söylüyoruz. Yalan, her şeyi yıkıp geçen en büyük depremdir zaten.

Peki hayatın sırrı ne, biliyor musun? Öğrenmek istiyor musunuz? Bir oyun oynayalım mı birlikte, adı bir ‘hayatın sırrı ne?’ oyunu olsun. O zaman bir beyaz kâğıda; “En sevdiğiniz, en fazla değer verdiğiniz, size bir ömür iyi gelen ve en fazla lazım olan şeyleri önem sırasına göre yazınız?” Ve diğer bir beyaz kâğıda; “En nefret ettiğiniz, değerinizi en fazla düşüren, sizi aşağı çeken; acı, elem ve keder veren, size bir ömür kötü gelen ve hiç lazım olan şeyleri de önem sırasına göre yazınız?” Kağıtlar sizde, hep yanınızda, gözünüzün önünde, en yakınınızda bulunsun.

Ancak bu oyunda bilmeniz ve hayatınız boyunca yapmanız gereken en önemli şey şudur: “Sevdiğiniz şeye her an, her dakika, her saat, her gün bir adım daha atın, bir ömür biraz daha yaklaşın, yakınlaşın. Ve nefret ettiğiniz şeyden de bir adım geri çekilin, biraz daha uzaklaşın, uzak kalın. Çünkü hayat çok kısa, hayat bir gün; o gün bugün. Her gün bir şey, bir gün her şeyi ya kazanırsın yahut kaybedersin. Ve çünkü insan neye yaklaşırsa onun gibi olur, neyden uzaklaşırsa ondan ebediyen kurtulur!

Utangaçlık, bedeni kilitler. Bu eğer zehirli bir utangaçlık ise insanın bütün fonksiyonları felç eder. Bu noktada şikâyet yerine şükrü, yokluk yerine varlığı öne çıkarmak gerekir. Çünkü her anımız özel, her anımız farklı, her anımız kendine özel; yeniden doğuyoruz çünkü… Bunu yaşayınca anlıyorsun, yaşamayınca anlamış yapıyorsun… Önce mezar taşları anlamsız gelir insana ta ki en kıymetlini toprağa verene kadar… Ve kabul edince yönetiyorsunuz her şeyi varlığını yahut yokluğunu…

 

Şu an ya yavaşlar fısıltıyı dinlersin yahut yavaşlatan bir taş beklersin! Şimdi ‘neyle meşgulsün?’ diyenlere, ‘hâlâ kendimi yola getirmekle…’ diye söyle de şaşırsın. Ahlak dersini arsız, edep dersini hayasız veriyor artık! Her eğitim sistemi, herkese uygun değil çünkü. Merhametsiz, edepsiz ve hayasız olan herkes kaybedecek; her gün bir şeyini, bir gün her şeyini…

 

Bak, ne söylermiş insana kabristanlıkta şu taşlar:

Bir yalan burada bitti, bir gerçek burada başlar! [1]

 

Ve nihayetinde şu bir günlük dünyada sen hangi yolu tercih edersin?

 

 

 

[1] Kısmen düzenlenmiş. Osmanlı Mezar Taşlarında Manzum Metinler, s.190.

 

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.