Son söz!
Osmanlı yıkılmadı…
Bir süreliğine durduruldu.
Hulusi Akar’ın şu sözü, son yıllarda duyduğum en anlamlı tarih cümlelerinden biri:
“Osmanlı Devleti yıkılmış bir devlet değil, durdurulmuş bir medeniyettir.”
Bu ifade, sadece geçmişi değil, bugünü ve geleceği de okumamızı sağlar.
Çünkü Osmanlı, bir hanedanın devleti değil; bir medeniyetin tezahürüydü.
Devlet yıkıldığında o medeniyet bir süreliğine susmuş, ama asla ölmemiştir.
Bir devletin sonu, bir medeniyetin molası!
Devletler doğar, büyür ve ölür; ama medeniyetler yaşamaya devam eder.
Osmanlı’nın yıkılışı, bir siyasi organizasyonun bitişi olabilir ama bir ruh düzeninin sona ermesi değildir.
O ruh; Balkan köylerinde bir ezanda, Kudüs’te bir duada, Anadolu’da bir vakıfta hâlâ nefes alıyor.
Çünkü Osmanlı’nın asıl mirası, toprak değil ahlaktı, adaletti, vicdandı.
O yüzden bu medeniyet yıkılmadı, sadece durduruldu.
Batı’nın yükselişi, Doğu’nun susuşu!
Osmanlı’nın durduruluşu, Batı’nın madde medeniyetiyle yükseldiği döneme denk gelir.
Sanayi devrimiyle güçlenen Batı, Doğu’nun ruhunu “ilerleme” bahanesiyle bastırdı.
Birinci Dünya Savaşı, aslında bir medeniyet savaşıydı.
Batı kazandı, ama insanlık kaybetti.
Osmanlı askeri olarak yenildi, fakat fikren yenilmedi.
Sadece bir süre sessiz kaldı.
Çünkü madde geçici, ruh kalıcıdır.
Cumhuriyet ve yeniden başlama çabası!
Cumhuriyet, Osmanlı’nın külleri arasından doğdu.
Yeni devlet, Batı’nın kalıplarıyla şekillendi ama kendi özüne yabancılaştı.
Bu topraklarda “modernleşme” adıyla başlayan süreç, medeniyetin ruh köklerini bir süreliğine perdeledi.
Oysa Cumhuriyet, eğer Osmanlı’nın ruhunu, İslam-Türk medeniyetinin ahlakını yeniden yorumlayabilseydi, bugün bambaşka bir Türkiye olurduk.
Ama bu eksiklik, tamamen bir kayıp değildir.
Çünkü bir millet, kimliğini ararken olgunlaşır.
Türkiye’nin son yüzyılı, işte bu medeniyet hafızasını yeniden bulma sürecidir.
Durdurulan medeniyetin yeniden dirilişi!
Bugün yaşadığımız birçok sosyal, kültürel ve siyasal tartışma, aslında yeniden uyanışın sancılarıdır.
Vakıf kültürü yeniden canlanıyor.
Mazluma el uzatma refleksi güçleniyor.
“Adalet”, “emanet”, “merhamet” kavramları yeniden hatırlanıyor.
Bir nesil, Batı’nın kalıplarına sığmayan bir medeniyet tasavvurunu yeniden dillendiriyor.
Bu bir nostalji değil.
Bu, medeniyetin tekrar devreye girmesidir.
Osmanlı’nın bıraktığı yerden, tarih yeniden akmaya başlamıştır.
Çünkü tarih, durdurulduğu yerden devam eder.
Köprü değil, merkez!
Yıllarca Türkiye’yi “Doğu ile Batı arasında köprü” diye tanımladılar.
Oysa biz köprü değiliz, medeniyetin merkezindeyiz.
Bir tarafın yükünü taşımıyoruz, kendi ruhumuzun yükünü omuzluyoruz.
Bize düşen görev, Batı’yı taklit etmek değil, insanlığa yeni bir denge sunmaktır.
Osmanlı’nın bıraktığı miras; merhameti, adaleti ve vicdanı merkeze alan bir medeniyet modelidir.
Bugün bu model yeniden konuşuluyor, yeniden hayat buluyor.
Son söz!
Osmanlı yıkılmadı…
Bir süreliğine durduruldu.
Ve şimdi, o medeniyet yeniden nefes alıyor.
Yeniden düşünüyor, yeniden yürüyor.
Bizim görevimiz, o yürüyüşe omuz vermek.
Çünkü mesele bir devletin yıkılışı değil,
bir medeniyetin dirilişidir.
Allah’ım…
Bizi bu topraklara sadece yaşamak için değil,
yeniden diriltmek için gönderdin.
Unuttuğumuz değerleri hatırlat,
Köklerimizle aramıza örülen duvarları kaldır.
Adaletinle hükmeden,
Merhametle yöneten,
Hakkı ayakta tutan bir ümmetin izinden gitmeyi nasip et bize.
Mazlumun duasında, zalimin korkusunda adımız anılsın.
Ve biz, bu çağın karanlığında
durdurulmuş medeniyetin yeniden yürüyen neferleri olalım.
Âmin.