–Sana bir adam geldi, hediye getirdi.
Bir adam da geldi, senden bir şey istedi.
Sen,
hediye getireni daha çok seviyorsan dünya ehlisin.
Senden isteyeni daha çok seviyorsan ahiret ehlisin.
İnsan kendini kandırmaya ne kadar da meraklı…
Herkes konuşur; “Ben iyiyim, ben doğruyum, ben temizim” der.
Ama iş dönüp kalbe sorulunca, vicdanın aynasına bakılınca, orada gerçeğin çıplak hâli belirir: Çürümüşlüğümüz!
Hz. Ali’ye bir gün bir adam gelmiş:
–Bana kısa ve net söyle, ben dünya ehli miyim yoksa ahiret ehli mi?
Hz. Ali buyurmuş ki:
–Sana bir adam geldi, hediye getirdi. Bir adam da geldi, senden bir şey istedi. Sen, hediye getireni daha çok seviyorsan dünya ehlisin. Senden isteyeni daha çok seviyorsan ahiret ehlisin.
İşte ölçü bu kadar basit, bu kadar yalın.
Ne kadarını verirsen, o kadar ahiret ehli…
Ne kadarını toplarsan, o kadar dünya ehli…
Bugün bir düşünelim:
Bir yetim kapımızı çaldığında gönlümüz mü açılıyor, yoksa yüzümüz mü ekşiyor?
Bir garip elimizi uzattığında kalbimiz mi ferahlıyor, yoksa cüzdanımız mı daralıyor?
Bir dost hediyesi geldiğinde sevinirken bir ihtiyaç sahibine ‘ver’ dendiğinde niye içimiz sıkışıyor?
Ahiret, aslında uzak değil. Gözümüzün içine kadar gelmiş. İmtihan, tam yanı başımızda. Sadece biz görmezden geliyoruz.
Gerçek şudur: İyi insan olmak, başkasını eleştirmekle değil; kendimizi hesaba çekmekle mümkündür.
Dünya ile ahiret arasında bir tercih yapmak zorundayız.
Ve bu tercihi dilimiz değil, halimiz söylüyor.
Allah’ım!
Bize dünya sevgisini kalbimizden çıkart!
Bizi menfaatin değil, paylaşmanın ehli eyle.
Elimizi veren, gönlümüzü açan, kalbimizi temizleyen kullarından eyle.
Bizi dünyada da ahirette de aziz eyle
Ya Rab!
Âmin.