Kulüp yönetiminde başkanlık ve liderlik becerilerini geliştirmek, zorlukları aşmak ve doğru zamanlamayı yakalamak için ipuçları ve stratejiler.
Ali Koç örneği, Türkiye’de kulüp başkanlığının ne kadar zorlu ve karmaşık bir alan olduğunu gösteren önemli bir vaka. Sportif başarıların elde edilmemesi, özellikle futbolda Fenerbahçe’nin bir türlü şampiyon olamaması, diğer tüm kazanımlar ve gelişmelerin göz önünde bulundurulmasını engelliyor. Kadın basketbolda Avrupa şampiyonlukları, erkek basketbolda Final Four’a yükseliş, gelirlerin artışı ve altyapı projeleri… Tüm bunlar taraftarı ikna etmek için yeterli olamıyor. Çünkü Türkiye’de futbolda kupa kazanılmadıkça, başkanlık da yalnızca sembolik kalıyor. Ancak bu durum sadece Ali Koç’a özgü değil; dünya genelinde birçok kulüp başkanı benzer ikilemler ve krizlerle karşılaşmakta. Bazıları kendi zamanlamasını iyi belirleyerek görevi devrederken, kimileri ise koltukta tutunmaya devam ederek başarısızlıkları inatla sürdürmeyi tercih ediyor. İşte tam da bu noktada şu soruları sormak gerekiyor:
Bir kulüp başkanı ne zaman ve nasıl bırakmalı?
Tarafların sırtını döndüğü, kupa kazanılmadığı, başarısızlıkların sürekli tekrar ettiği ve artık kendi aynasına bakarak yolun sonunu gördüğü an mı? Yoksa görevi, kulüp ve camia adına en doğru zamanda, onurlu bir şekilde mi bırakmalı?
Şüphesiz, Fenerbahçe taraftarının tepkisi ve eleştirisi bir gecede oluşmadı. Bu yönetimin yaptığı hatalar ve yanlış kararlar, sayfalar dolusu analiz ve eleştirel değerlendirmeleri hak ediyor. Yanlış teknik direktör tercihlerinden, hatalı transfer politikasına, en kritik anlarda kararsız kalmaya ve başarısızlıkların sorumluluğunu üzerlerinden atmak için yapılan yapı söylemlerine kadar pek çok hatadan söz edilebilir. Bugün geldiğimiz noktada, Ali Koç’un artık Fenerbahçe’ye ve camiaya bir vizyon sunmakta zorlandığı, rakiplerin hamlelerini boşa çıkaracak stratejiler geliştiremediği görülüyor. Rakiplerin başarılı hamleleri karşısında, kendimizi savunmaya çalışmak yerine, yeni ve özgün bir yol çizebilmek gerekirken, maalesef geçen sezonun şampiyonluğunu ertelediği söylemiyle övünmek ve Mourinho’yu getireceğim sözleriyle gündemi değiştirmeye çalışmak, yanlış stratejilerin göstergesidir. Bu noktada tekrar soruyoruz:
Bir kulüp başkanı ne zaman ve nasıl görevden ayrılmalı?
Oyuncu izlemek, sistem kurmak, taktik analiz yapmak elbette başkanın doğrudan sorumluluğu değil. Ancak bu, futboldan anlamaması gerektiği anlamına da gelmez. Çünkü futboldan anlamayan bir başkan, yönetimi ve karar alma süreçlerini sağlıklı yürütemez, doğru soruları soramaz ve başarısızlıklara karşı duruşunu net bir şekilde ortaya koyamaz. Bu da hatalı kararların ve gecikmiş müdahalelerin önünü açar.
Oysa futboldan anlayan bir başkan, elini taşın altına koymak yerine, doğru kişilerle çalışmayı ve onların uzmanlık alanlarına müdahale etmemeyi bilir. Bu, onun takımdaki gelişimi yakından takip etmesi ve teknik ekibe güvenmesi anlamına gelir. Ayrıca, futbol bilgisini iyi kullanabilen başkanlar, takımla iletişimi güçlendirir, motivasyonu artırır ve taraftarlar tarafından daha çok benimsenirler. Medya ve kamuoyu önünde futbolun diline hakim olmak, başkanın güvenilirliğini ve saygınlığını artırır.
Örneğin, Juventus’un eski başkanı Andrea Agnelli, futboldaki gelişmeleri yakından takip eden, sportif direktörlük sistemine inanan ve teknik ekibe profesyonel alan açan bir liderdi. Bayern Münih’te Uli Hoeness, futbolu hem oyunculuk hem de yönetim aşamasında derinlemesine öğrenmiş, takımlarını başarıyla yöneten bir figürdü. Perez ve Abramoviç gibi yöneticiler ise, futbolu doğrudan anlamasalar da, öğrenmeye ve gelişmeye açık oldukları için, kulüplerini sürdürülebilir başarıyla yönetmişlerdir.
Futbol, sadece maddi güç ve yatırım meselesi değildir. Yönetim ve karar alma süreçlerinde uzmanlık ve bilgi birikimi gerektirir. O zaman soruyoruz:
Futbolu bilen ve anlayan bir başkan nasıl olmalı?