Ay Tutan Adam ve Hemera: Cem Sağbil’in Paris’teki kalıcı sanat yolculuğu, büyüleyici vizyon ve unutulmaz eserler eşliğinde keşfe çıkıyor.

Paris’in kamusal alanında kalıcı eserler kazanan Türk heykeltıraş Cem Sağbil’in iki yapıtı, Ay Tutan Adam ve Hemera, Alban Satragne meydanındaki park girişine yerleştirildi. Şehri ve kamu mekanlarını bir arada düşünerek tasarlanan bu proje, Sağbil’e Paris’in kamusal alanda kalıcı eser veren tek Türk sanatçı ünvanını da getirdi. Sağbil ile heykellerin bu yolculuğunu konuştuk.
Paris macerası nasıl başladı? Bu iki heykelin Paris’e açılan kapısı, Fransa’da Türkiye Mevsimi kapsamında düzenlenen etkinlikler oldu. 2008 yılında, Gaye Petek’in önerisiyle Paris 10. Bölge Belediyesi binasında ve bitişiğindeki parkta kişisel bir sergi gerçekleştirdim. Heykellerin kentle kurduğu doğrudan etkileşim nedeniyle belediye, eserlerin üç yıl boyunca kamusal alanda sergilenmesi için bir kiralama modelini benimsemişti. Zaman içinde park kapsamlı bir restorasyondan geçti ve heykeller bu süreçte geçici olarak yerlerinden alındı. Parkın yeniden açılmasıyla birlikte belediyenin talebi doğrultusunda heykeller kalıcı olarak yeniden konumlandı.
Paris’teki etki ve Türk sanatçı kimliği Paris, sanatın tarihi belleğini canlı tutan, çok kültürlü dokusuyla farklı seslere ev sahipliği yapan bir kent. Yüzyıllardır sanatçıları besleyen bu şehir, kamusal alanda kalıcı bir heykel aracılığıyla bir Türk sanatçısının iz bırakması için zemin hazırladı. Bu durum benim için yalnızca kişisel bir gurur değildir; çok katmanlı kültürel yapının bir parçası olmak anlamına geliyor. Eserler, bir noktadan sonra sanatçısına ait olmaktan çıkıyor ve farklı kültürlerden, dillerden insanların yaşamına karışıyor. Paris gibi bir sanat kentinde bu karşılaşmanın mümkün olması ise benim için gerçekten onur verici.
Belediyelerle ilerleyen süreç Heykellerin kamusal alanla kuracağı ilişkinin detayları, ölçekleri ve yerleşim noktaları dikkatle ele alındı. Yoğun bir gündelik yaşamın ortasında konumlanan bu alanlarda çocuklar oyun oynuyor, insanlar alışveriş yapıyor ve oturup sohbet ediyor. Heykeller de bu dinamiklerin içinde yaşamaya devam ediyor; insanlar yanlarından geçerken durup bakıyor, bazen dokunuyor veya fotoğraf çektiriyor. Böyle anlar, kamusal sanatın en gerçek karşılığıdır ve eserler gerçekten “yaşamaya” başlarlar.
Genç sanatçılara cesaret Paris’in kamusal alanlarında kalıcı eserler üretmiş tek Türk heykeltıraş olarak sizin için bu durum ne ifade ediyor? Bunu sadece bir ilke olarak görmekten öte, kapının aralanması olarak değerlendiriyorum. Türk çağdaş sanatı, dünyayla daha güçlü ve görünür bir ilişki kurabilir ve kurmalıdır. Evrensel ölçütlerde yetkin sanatçılarımızın bulunduğu bir gerçektir; özellikle Paris’te 1968 sonrası dönemde kente gelmiş ve burada yaşamış değerli sanatçılar var. Eserlerimin burada kalıcı olması ve bu tür örneklerin genç kuşaklar için cesaret verici olması, sanatın farklı bağlamlarda dolaştığında gerçek anlamını bulduğunu gösteriyor. İlk gelişimde olduğu gibi bugün de Paris’teki deneyim benim için bu mesajı güçlendiriyor.