Bu yazıda biz, 
hikâyenizin bir parçasıyız, sadece bir parça. 
Siz, çok daha fazlasısınız. 
Hikayeniz henüz bitmedi, devam ediyor; 
hikayeniz asıl şimdi başlıyor. 
 
 
Mesela ilişkilerinde sürekli onay arayacaktır! Bir çocuk şartsız sevilmek ve kabul görmek ister. Sürekli şartlı sevilen, ‘iyi bir çocuk…’ olduğunda ödül alan ve başardığında kabul edilen bir yavru, sevgiyi zihnine ‘ödül’ olarak kaydedecektir. Böyle büyüdüğü için kimsenin onu sevdiğinden emin olamaz, sürekli kişileri dener, kanıt arar… Çünkü içinde çocukluğunda açılan yaraların boşluğunu, dışarıdan gelen ilgi, bilgi, sevgi ve kabul edilişle kapatmak ister. Dışarıdan gelenle muvakkat bir zamanda içindeki boşluğu kapatır, sonra yine açılır, yara yine acıta acıta kanar…
Mesela hep güçlü ve yeterli görünmek ister! Annesi tarafından devamlı eleştirilen; ruhsal, zihinsel, duygusal ve bedensel olarak mahrum bırakılan çocuk, ‘zayıf kalırsam sevilmem, hep güçlü, tam ve mükemmel görünmeliyim!’ der. Zayıf görünmekten korktuğu için duygularını bastırır, güçlü görünmek için her şeyi yardım almadan kendi başına halletmek zorunda hisseder, gerçekte neye ihtiyaç hissettiğini kimse göremediğine inandığı için yapayalnız kalır. Güçlü durmaya çalışırken içten içe ruhsal, zihinsel, duygusal ve bedensel olarak yorulur fakat kimse göremez, kimseye gösteremez.
Mesela sevgiyle yükü karıştırır! Annesini üzülmekten, sinirlenmekten, yalnız kalmaktan korumak ve böylece hayatta kalma mücadelesi vermek zorunda kalan bir çocuk, ‘birini seviyorsan yükünü taşımak zorundasın!’ kodunu zihnine yazar. Bu durumda karşısındaki ne kadar kırık ne kadar yaralı ne kadar sorunlu ise, henüz gerçekleşmemiş hayalleri ne kadar fazla ise, ilgisiz, bilgisiz ve sevgisiz ise, ona o kadar fazla bağlanır; sürekli alttan alarak, sesini kısarak kurtarıcı ve kucaklayıcı rolünü üstlenir; kendini unutur, ihmal eder; aynaya bakamadığından kendini fark edemez ve daha acı olan ise bunu ilgi, bilgi ve sevgi zanneder. Oysa bu sevgi değil, bu çocukken öğrendiği sadece bir hayatta kalma stratejistidir, bir hayat memat mücadelesidir.
Mesela hep işe yarar olmak zorunda hisseder! Sadece iyi iş çıkarınca, söyleneni yapınca, uslu olunca annesi tarafından sevilen bir çocuk, zihnine ‘ben olduğum için değil, işe yaradığım ve faydalı olduğum için seviliyorum, sevgi ihtiyacını karşılıyorum!’ düşüncesini zihnine yazar. Varlığının bir kıymeti olmayan, sadece varlığının işlevine kıymet verilerek büyüyen bir çocuk suçluluk hisseder. Tatilde bile birine yaranma adına bir şey yapma ihtiyacı hisseder; dinlenirken bile ‘tembel miyim?’ diye kendini sorgular; hiçbir şey yapamazsa ‘neden benimle olsun, ilgilensin!’ korkusunu taşır. Onun için zihninde ‘durmak görünmemektir, görünmemekse sevilmemektir’ gibi kendince tutarlı ancak mantık dışı bir denklem oluşmuştur.
Yahut anne gerçekten iyi biri lakin yine de içinde bir boşluk var! Annem, ‘kötü davranmadı, iyi davrandı, hep yanımdaydı…’ der. Lakin içinde tarifsiz bir his var, bir boşluk var, yine de derin bir sızı var… Mesele sadece annenin fiziksel bir varlık olarak yanında olması değildir; ruhsal olarak da zihinsel olarak da duygusal olarak da çocuğun yanında olmaktır; net görülmektir, gerçekten sevilmektir, tam kabul edilmektir. Anne fiziksel olarak yanındadır ancak kendi içine gömülüdür; henüz gerçekleşmemiş hayallerinin peşindedir, kendiyle savaştadır, geçmişten getirdiği yahut dayatılan inançlarla, sorgulanamamış kabullerle, olumsuz duygularla mücadele içindedir; kendi halinde çok yorgun bir savaşçıdır. Böyle bir annenin yanında evlat yalnızdır, eksiktir, hamdır, mahrumdur, açtır; duygusal fakirdir…
 
Artık geçmişten ders çıkarma, yaraları sarma ve kaçırılan fırsatları telafi etme zamanıdır: Gözlerini kapat ve kendi küçüklüğünü hayal et. Şimdi sen ve küçük halin olsun hayalimde. Küçük çocuğun yanına git. Ona duymak isteyeceği güzel şeyler söyle. O küçük çocuğun yüreğine şefkatle dokun, elini tut ve ona ihtiyacı olan en güzel şeyleri birkaç kez tekrar et. İçindeki masum çocuğa özetle; ‘seviliyorsun, güçlüsün, güvendesin, yeterlisin’ de.
…
 
Ya siz? Siz annenizden, ninelerinizden, yakın ve uzak akrabalarınızın kadınlarından ne miras aldınız ve çocuğunuza ne miras bırakıyorsunuz? Kimi anne; çocuğuna ilgi, sevgi, bilgi, ahlak, dürüstlük, hakkaniyet, analık, hatunluk; kısaca insanlığı miras bırakır. Kimi anne; çocuğuna kin, nefret, öfke, dert, elem, keder; özetle mutsuzluğu miras bırakır. Kimi anne de dünyalık, mal mülk, mevki makam, para, pul bırakır…
Lakin annenin sağlıklı ilgisinden, dengeli sevgisinden, derin bilgisinden mahrum büyütülen her çocuğu, hiçbir dünyalık miras mutlu edemez, ona huzur da veremez. Çünkü çocukluğunda sevgiyi kaşıktan yalayamayanlar kızlar, büyüdüklerinde muhtaç oldukları sevgiyi iki ucu keskin bıçaktan yalamak zorunda kalırlar. Bu nedenledir ki annenin aldığı miras da bırakacağı miras da iki ucu keskin bıçak gibidir; yetiştirdiği çocuğa ya saadet ve huzur verir yahut dert, elem ve keder getirir. Neyi miras almışsanız üzerine katarak çocuklarınıza onu miras bırakıyorsunuz. 
Düşünsenize miras aldığınız şeyleri yeniden ‘iyilik, güzellik, doğruluk’ eleğinden geçirip, üzerine ‘daha iyi, daha güzel, daha doğru’ her şeyden katarak sizden sonrakilere cennete götürecek bir miras bırakıyorsunuz!
Sahi çocuğunuza neyi miras bırakmayı hedefliyorsunuz?
               
Bu yazıda biz, hikâyenizin bir parçasıyız, sadece bir parça. Siz, çok daha fazlasısınız. Hikayeniz henüz bitmedi, devam ediyor; hikayeniz asıl şimdi başlıyor. En güzel hikâyeyi sizin yazacağınıza en kalbi duygularımızla inanıyoruz. Sizi seviyoruz.