Ümran Avcı’nın kaleminden ‘Firuzan’ romanı, kadınların suskunluk ve direniş hikayesini anlatıyor. Okuma keyfi ve derinlik dolu bir anlatım sizi bekliyor.
Ümran Avcı’nın yeni romanı “Firuzan”, kadınların toplumda hep göz ardı edilen, çoğu zaman suskunlukla örülü dünyasına cesur bir davet olarak karşımıza çıkıyor. Roman, “Gülmeyi unutanlardan kahkaha ummak boşunadır” sözleriyle başlıyor ve okuyucuyu, hayatı parmak ucunda yaşayan, içsel dünyasında derin yaralar taşıyan Firuzan’ın hikayesine doğru sürüklüyor.
Firuzan, genç yaşta kendi varlığını yok sayarak hayatını sürdüren, acısıyla ve hayal kırıklıklarıyla dolu bir genç kadın. Hayatını, onun hayatını hiçe sayan erkeklerin ve toplumun dayattığı normların gölgesinde şekillendirmiştir. Ölümüne giden süreçte ise, sadece kendi değil, ailesinin ve nesiller boyunca devam eden kadınların kaderlerini de sorguluyor ve anlatıyor. Bu yönüyle roman, sadece bir bireyin hikayesi değil, kuşaklar boyunca kadınların sessizlik ve suskunlukla örülü yaşamlarının da anlatısıdır.
Ümran Avcı, romanlarında genellikle ölümün sadece son değil, yeni başlangıçların da kapısını aralayan bir olgu olarak ele alınmasını tercih eder. “Firuzan” da bu düşünceyle, hayatını tamamlamadan değil, yaşamını ve hikayesini kelimelerin gücüyle anlatmayı seçer. Bu, sadece kendi değil, annesinin, ninesinin ve daha birçok kadının da suskunluklarına karşı bir direniş ve haykırıştır.
Roman boyunca, Firuzan ve onunla birlikte hikâyesi anlatılan kadınlar, toplumun onlara biçtiği kaderi sorgular ve seslerini duyurmayı amaçlarlar. Bu nedenle, roman sadece bir yaşam öyküsü değil, aynı zamanda kadının zincirlerini kırış ve değişim yolunda atılmış güçlü bir adım, bir çağrı ve direniştir.
Romanın önemli karakterlerinden Maria’nın hikâyesi, yaşarken kendi kimliğinden ve varoluşundan koparılmış, toplumun dayattığı normlar ve önyargılarla mücadele eden bir kadın portresidir. Toplumun ona yüklediği isimler ve yargılar, onun özgürlüğüne giden yolda engel teşkil eder. Maria, adıyla ve inancıyla dışlanırken, gerçek özgürlüğünü ve kendini bulma yolculuğunu sürdürüyor.
Maria’nın hikayesi, “İsim değişince kader değişir mi?” sorusuyla başlar ve onun, toplumun ona dayattığı kalıplardan sıyrılarak kendi yolunu çalma çabasıyla devam eder. Toplumsal normların ve eril iktidarın dayattığı dışlanma ve ötekileştirme, onun yaşamını şekillendirir ve bu da evrensel bir kadın kaderine dair güçlü bir simge haline gelir. Kadın olmanın evrensel acı ve direniş hikayesi, Maria’nın yaşadığı arafta ezilen, görünmeyen ve duyulmayan kadınların ortak mücadelesini temsil eder.
Romanın içine ustalıkla yerleştirilen “Satır Arası Türküler” adlı müzik albümü, karakterlerin duygusal dünyasını ve anlatıdaki derinliği zenginleştiren özel bir anlatım unsurudur. Bu şarkılar, romanın sesle devam eden yüzü olup, okuyucunun hayalinde Firuzan’ın sesiyle yaşam bulur. Bu şarkılar, sadece romanın kapağı kapandıktan sonra değil, yolda yürürken bile içten içe duyulabilecek, kadınların sesini ve direnişini simgeleyen güçlü bir hafıza ve hatırlatmadır.
Roman, erkek egemen düzenin yarattığı yaralara şifa olmaya çalışan kadınların, annelerin, ninenin ve diğer kadın kahramanların hikayeleriyle örülüdür. Onlar, romantik bir anne figüründen çok, dönüştürücü ve güçlü duruşlarıyla dünyayı güzelleştiren, suskunluklarını kelimelerle aşan kadınlardır.
“Firuzan”, kadının suskunluk ve sessizlik zincirlerini kırmak, anlatmak ve duyurmak isteyen güçlü bir ses. Kadınların yaşarken ve öldükten sonra arafta kalışlarının, gerçek anlamda özgürleşmenin ve değişimin başlangıcı olabileceğine dair umut ve inancın ifadesidir. Ümran Avcı, romanında, “Değişim, bazen bir ölümle, ama hep bir anlatıyla başlar” diyerek, kadınların kendi hikâyelerini anlatmaktan ve seslerini duyurmaktan vazgeçmemeleri gerektiğinin altını çiziyor.