Türkiye’nin BM’den Washington’a diplomaside iz bırakan yolculuğu: kapsamlı strateji ve kararlı adımlar.
Bu hafta içinde yürütülen temaslar, sadece diplomasi protokollerini değil, somut sonuçlar hedefleyen çok katmanlı bir düşünce sisteminin sahada da tezahür ettiğini gösterdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun yüksek düzeyli haftasında önce vicdanın sesine, sonra ise ekonominin verilerine ve hedeflerine odaklandı. Washington’a uzanan yol, ortaklık hukukunun gerektirdiği teknik konulara da kararlılıkla eğildi. Her adım, Türkiye’nin insani duruşunu ve stratejik kapasitesini aynı çerçevede bütünleştirdiğinin işaretini verdi.
BM Genel Kurulu’ndaki konuşma, Gazze’deki çözülmeyi aşacak bir ilerleme arayışını daha net bir biçime taşıdı. Cumhurbaşkanı, insani felaketin iki yılı aşkın süredir sürdüğünü hatırlatırken, ateşkesin tesis edilmesi, insani yardımların kesintisiz erişimi ve insan hakları ihlallerine karşı caydırıcı mekanizmaların uygulanmasını vurguladı. 1967 sınırları temelinde, Doğu Kudüs başkentiyle bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasının barış için vazgeçilmez olduğuna dair çağrısı bir kez daha açık ve net ifadeyle yinelendi. Bu yaklaşım, takvime bağlanması ve denetlenmesi gereken hayati bir adım olarak görülüyor.
Bu çizgi, Filistin Meselesi’ne Çözüm ve İki Devletli Çözüm Konferansı sırasında da korunarak, Filistin’i tanıyan ülkelerin takdirini kazandı. Netanyahu hükümetinin ilhak ve sürgün politikaları ise iki devletli çözümün boğulmasına dönük bir strateji olarak ortaya çıktı. Burada verilen mesaj açıktı: Uluslararası toplum ya hukuku uygulayıp takvime bağlar ya da yeni utanç sayfalarının açılmasına seyirci kalır. Dünya hafızasında bu utançlar hâlâ canlıyken, Türkiye vicdani ve hukuki bir hat kurarak gereğini ortaya koydu.
BM kürsüsünde Gazze’nin ötesinde sistemin kendisi de masaya yatırıldı. “Dünya beşten büyüktür” söylemi, sisteme yönelik eleştirilerin en net ifadesi olarak öne çıktı. Veto düzeninin kararları kilitlemesi ve çifte standardı meşrulaştırması halinde yeni Gazze’ler ve yeni utanç vesikaları doğacağı konusunda uyarıda bulunuldu. Türkiye ise güçlünün hukukuna değil, hukukun gücüne dayanan bir düzen talep etti; bu talep, kurucu ilkelerden sapmayan ve adaleti işler kılan yapısal bir dönüşümü hedefliyor. Aksi halde, BM personelinin dahi can verdiği bir sahada uluslararası toplum kavramı içi boş bir klişeye dönüşebilir.
Diplomasinin yumuşak güç boyutu da bu hafta belirginleşti. Rockefeller Center’daki TASC buluşmasında Türk-Amerikan toplumunun dinamizmi salonu doldurdu. Cumhurbaşkanı’nın İslam karşıtlığı ve kültürel ırkçılık konusundaki uyarıları, inanç hürriyetinin standartlarına ilişkin net beklentileri ortaya koydu. Türkevi’nde iş dünyası ile gerçekleştirilen yuvarlak masa toplantısında ise ekonomi diplomasisinin dili sadeleşti; çok uluslu şirketlerin CEO’ları ve üst düzey yöneticilerinin katılımı, Türkiye’nin bölgesel yatırım üssü olarak konumunu güçlendirdi. 2019’da belirlenen 100 milyar dolar hedefi, ortak kararlılıkla somut bir menzil haline geldi. Yeşil ve dijital dönüşüm, lojistik kapasite ve tedarik zinciri avantajları, yatırımcıya güven veren çok boyutlu bir çerçevede sunuldu. Savunma, enerji, siber ve uzay alanlarında karşılıklı yatırımlar, 21. yüzyıl rekabetinin ana unsurları olarak öne çıktı.
Washington’da ise Cumhurbaşkanı ile ABD Başkanı arasında yapılan görüşme, savunma tedariki ve modernizasyonu, teknik dosyaların çözüm takvimi, sivil havacılıkta iş birlikleri, enerji güvenliği ve yeni yatırımlar konularını kapsamlı bir şekilde ele aldı. Bu temaslar, NATO içinde yük paylaşımını rasyonelleştirmek, bölgesel caydırıcılığı artırmak ve tedarik zincirlerini güvence altına almak için kritik bir çerçeve yarattı. Müttefiklik, kriz anlarında sadece sorun yönetimini değil, aynı zamanda fırsat yönetimini de gerektirir anlayışıyla yürütülen bu görüşme, pek çok başlığı tek bir masa altında, eşzamanlı ve ciddî bir düzeyde ilerletmenin önünü açtı.
Bu yoğun haftadan çıkarılacak en önemli ders, Türkiye’nin dış politika alanında sergilediği bütüncül tutumdur. Gazze meselesinden ABD ile ekonomik ilişkilerin yönetimine, BM sistemi ve ikili işbirliği başlıklarına uzanan geniş tablo, aynı resmin parçaları olarak görülebilir. Türkiye, mazlumların sesi olmanın ötesinde küresel düzenin meşruiyetini savunmayı ve istikrarın sağlanmasını üstlenmektedir. Böyle bir yaklaşım, vicdan ile aklın eşzamanlı konuştuğu bir diplomasi tarzını göstermektedir. Cumhurbaşkanımızın BM Genel Kurulu konuşmasıyla ortaya konan üç ana nitelik öne çıkıyor: Vicdani ve hukuki söylemin birleşmesi, sürdürülebilirlik ile yeniliğin yan yana gidebilmesi ve temaslar üzerinden kurulan çok boyutlu güven ilişkileri. Sonuç olarak, Gazze’de adalet talebi yalnızca bir güç gösterisi değil; aynı zamanda bir düzen inşa etme vizyonudur. Türkiye, adaleti işleten, insani erişimi açan ve yatırımı hızlandıran adımları atarken küresel belirsizlikler çağında karar veren ve yol açan aktör olarak konumunu güçlendirmektedir.