Türkiye’de antidepresan kullanımı artıyor; erişim zorlukları ve ruh sağlığı için etkili stratejiler üzerinde kapsamlı bir değerlendirme.
Türkiye’de antidepresan kullanımında belirgin bir artış yaşanıyor ve bu trend, pandeminin ardından daha da hızlandı. Yetkin bir uzmanın değerlendirmesine göre, 2010’ların başında her 100 kişiden yaklaşık 3’ü düzenli olarak bu ilaçları kullanırken, günümüzde bu sayı 6’ya yakın görünüyor. 2020 sonrası piyasaya sürülen yeni ilaç miktarında da önemli bir artış kaydedildi. Bu tablo, toplumun ruh sağlığı sorunlarındaki yükselişe ve sağlık hizmetlerine erişimdeki farklılıklara işaret ediyor.
Reçetelerin büyük çoğunluğu kadınlara yazılıyor: Uzmanlar, yaklaşık her 10 kişiden 7’sinin kadın olduğuna dikkat çekiyor. Aralıklarla yaş grubunda 35 yaş üstü bireylerin öne çıktığı ve 36–50 yaş aralığının özellikle sık görüldüğü belirtiliyor. Büyükşehirlerde kullanımdaki oranlar daha yüksek olup bazı illerde kişi başına düşen kullanım ikiye kadar çıkabiliyor. Yaşam koşulları ve şehir yaşamının getirdiği baskılar bu farklarda belirleyici rol oynuyor.
Bu hızla birlikte bir diğer görünüm, pek çok kişinin terapi yerine yalnızca reçeteye yönelmesi. Ruh sağlığı sorunlarının artması, pandemi sonrası dönemde ekonomi, işsizlik ve belirsizlik gibi etkenlerle güçlendi ve ilaç kullanımını kolaylaştırdı. Ancak bilimsel temelli psikoterapilerin uzun vadeli faydalarının daha güçlü olduğuna dair kanıtlar, mevcut sistemdeki erişim engelleriyle birleşince etkili bir çözüm sunmakta yetersiz kalıyor.
İlaç kullanımıyla ilgili endişeler ve kontrol mekanizmaları: Türkiye’de antidepresanların ortalama kullanım süresi ve bireysel doz tercihlerine dair güvenilir veri bulunmuyor. Klinik rehberler çoğunlukla 6 ay ve üzeri kullanımı öngörse de bireysel durumlar değişkenlik gösteriyor. Yan etkiler, kesilme sendromu ve uzun süreli kullanımların beyin kimyasını etkileyebileceği düşüncesi, gereksiz kullanımı önlemek adına dikkatle ele alınması gereken konular arasında yer alıyor. Ayrıca toplumsal düzeyde hızlı çözümler arayışı, ruhsal sıkıntıların kökenindeki sosyo-ekonomik faktörleri görmezden gelme riskini de beraberinde getiriyor.
Ruh sağlığı hizmetlerinin güçlendirilmesi gerektiği görüşü, sadece ilaç odaklı bir yaklaşımı aşmayı ve psikoterapilere erişimi genişletmeyi hedefliyor. Bunun için, ilaç tedavisinin gereklilik durumunda kalması gerektiği ancak güvenli ve etkili bir yaklaşım için psikoterapi ve yaşam koşullarını iyileştirme adımlarının da hayata geçirilmesi gerektiği vurgulanıyor.
Pandemi etkisiyle tüketimde artış, ancak psikiyatri reçetelerinde düşüş: Yalnızca birkaç yıl içinde kişi başına düşen tüketimin yaklaşık yüzde 25 yükseldiği belirtiliyor. Bu dönemde dünyada kendi kendine ilaç kullanma oranının da yükselişi gözlemleniyor. Evde geçirilen zaman, belirsizlik ve ekonomik zorluklar, bu davranışları tetikleyen başlıca etkenler arasında sayılıyor. Antidepresan kullanımındaki bu sıçrama, toplumun kolektif olarak yaşadığı zorlukları yansıtıyor.
Avrupa ile karşılaştırma ve erişim farklılıkları: Türkiye, OECD ülkeleri içinde antidepresan kullanımında göreceli olarak daha düşük bir düzeyde. Ancak bu durum, psikoterapiye ve psikiyatrik hizmetlere erişimin kısıtlı olmasından kaynaklanıyor olabilir. Batı ülkelerinde psikoterapilerin daha yaygın ve kolay erişilebilir olması, ilaç odaklı yaklaşımdan uzaklaşmayı kolaylaştırıyor. Düşük kullanım oranları mutlaka olumlu bir tablo anlamına gelmiyor; bu, hizmetlere yeterli erişimin göstergesi olabilir.
Gereksiz kullanımın riskleri: Türkiye’de antidepresanların toplam kullanım süresi ve dozu konusunda güvenilir saha verileri eksik. Ancak temel bilgilere dayanarak, uzun süreli ve kontrolsüz kullanımlar yan etkilere ve bağımlılık benzeri sorunlara yol açabilir. Yan etkiler arasında uyku bozuklukları, kilo değişimleri, cinsel işlev sorunları ve mide-bağırsak sorunları sayılabilir. Bazen ilaçların ani kesilmesiyle ortaya çıkan semptomlar da görülebilir. Bu yüzden ilaç tedavisinin, doğru tanı, düzenli izlem ve gerektiğinde psikoterapiden yararlanma ile dengelenmesi gerekir.
Ruh sağlığı hizmetlerinin psikoterapilerle güçlendirilmesi: Önleyici adımlar, okul ve iş yerlerinde duygusal zeka ve dayanıklılık programlarının yaygınlaştırılmasıyla desteklenmelidir. Psikolojik hizmetler için hem sayısal hem de yapısal kapasitenin artırılması, bilimsel temelli psikoterapilerin sağlık sistemine entegrasyonu ve bu alanda çalışanların eğitimine yatırım gerekir. Böylece ilaç odaklı yaklaşımdan çıkıp, kalıcı iyilik halini hedefleyen bir modele geçiş mümkün olabilir.