Türkiye-ABD diyalogu ve Filistin meselesinde diplomasiyle bölgesel istikrar için ortak yol haritası
Buradaki süreç, kardeşlerimizi selamlayarak başlayan ve bu eylemin asil bir amaç taşıdığına vurgu yapan görüşmelerle şekilleniyor. Filistin davasını ve Gazze’de süregelen acıyı dindirmek için uluslararası farkındalığın en güçlü silah olduğuna inanıyoruz; bu nedenle diplomasiyi aktif bir araç olarak kullanıyoruz. Organizasyonun başlandığı andan itibaren, katılımın genişlediği ve çok sayıda ülkeden insan ile geminin süreçlere dahil olduğu gerçeği, ortak hedeflere ulaşma kararlılığını pekiştiriyor. Önümüzdeki hedef ise kimsenin burnu kanamadan ve bölgede yeni bir çatışmanın fitili ateşlenmeden sürecin başarıya ulaşması ve vatandaşlarımızın güvenli bir şekilde evlerine dönüşüdür.
İsrail’e yönelik mesajların uluslararası baskı yoluyla netleşmesi için koordinasyon mekanizması kuruldu. İlk adımlarımız filo limanlardan ayrılırken atıldı; çeşitli ülkelerle yakın bir siyasi diyalog kuruldu ve 16-17 Eylül tarihlerinde ortak bir beyanda bulunuldu. İspanya, Latin Amerika ve Asya-Pasifik ülkeleri başta olmak üzere birçok aktörle temaslar sürdürülerek, kamuoyuna pek yansımayan ancak sahada etkili olan bir baskı ağı oluşturuldu. Buradaki ana yaklaşım, sivil bir eylem olan bu hareketin devletler düzeyinde de uluslararası hukuka uygun hareket etmesi gerektiği mesajını güçlendirmekti. Bu bağlamda, devletlerin diplomatik birlikteliğinin bu sürecin merkezinde olması gerektiğini vurguladık; Türkiye olarak bu süreçte öncülük rolünü üstlenmekten memnuniyet duyduk. İspanya’nın bu alandaki rolüne özel teşekkürlerimizi ilettik.
Gemi hareketleriyle birlikte güvenlik konusunun da öne çıktığı bir dönemde, deniz kuvvetlerimizin ve hava gözlem unsurlarımızın koordinasyonuyla bölgedeki diğer ülkelerle iş birliği sürdürüldü. Sivil toplum aktörleri göz ardı edilmeden, operasyonel adımların, başta Milli İstihbarat Teşkilatı olmak üzere ilgili kurumlar tarafından özenle yürütüldüğü bir çerçeve benimsendi. Cumhurbaşkanımızın kesin talimatı ışığında esir alınan kardeşlerimizin sağ salim bulunduğu ülkelere dönmesini sağlayacak adımlar hız kazanırken, süreçte kalan bazı vatandaşlarımızın yasal süreçleri de dikkatle yönetiliyor.
Uluslararası toplumun Filistin meselesine yaklaşımı, geçmişte ortak bir sorun olarak görülse de ortak bir çaba ortaya konulamamıştı. İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Ligi kapsamında kurulan özel mekanizmalar, bu meselede konuşmayı canlı tutan yeni bir çerçeve oluşturdu. Cumhurbaşkanımızın bölge ülkelerindeki ağırlığı ve liderlik vasfı sayesinde, bu dinamikler küresel siyasette daha görünür hâle geldi. Sekiz ülkenin New York’ta bir araya gelerek Başkan Trump’a yönelik ortak bir mesaj geliştirmesi, bu sürecin dönüm noktalarından biri oldu. Trump’ın Batı Şeria’nın ilhakına karşı net bir duruş sergilemesi ise, uluslararası barış süreci açısından önemli bir gelişme olarak kayda geçti.
Bu dönüm noktaları, ABD ile bölgesel aktörler arasında kurulan yeni koordinasyon ekseninin temelini oluşturdu. Taraflar arasındaki müzakere zemini üzerinde çalışılırken Hamas ile olan diyalog da farklı bir tarzda ilerledi: Yalın ve yapıcı bir yaklaşım benimsenerek, Filistin halkının taleplerini ilk sıraya koyarken, kabul edilemez olanları da net bir şekilde belirten bir iletişim biçimi benimsendi. Böylece sürecin, taraflar arasında uzlaşma arayışını sürdürürken, gerçek bir barış zemini kurmasına olanak tanındı.
Gazze’deki mevcut tabloya rağmen, uluslararası sahiplenmenin artması ve dünya kamuoyunun bu meseleye karşı duyarlılığının yükselmesi, kalıcı bir çözüme olan inancı güçlendiriyor. Şüphesiz bu süreç kısa vadede hemen netice vermese de, insanlık vicdanının bu konudaki baskısını artırdığı ve bunun politika alanında etkisini gösterdiği açıktır. İç ve dış politik aktörlerin baskısının sürmesi, dünyanın farklı başkentlerinde değişen tutumlara yansıyarak, daha geniş çapta bir istikrarda rol oynuyor. Diplomatik çabaların yoğun bir temposuyla devam ettiğini ve geçmişe göre daha görünür hale gelen bir çok paylaşımı beraberinde getirdiğini söyleyebiliriz.
Ortak güvenlik ve iş birliği çağrısı, bölgedeki güvenlik mimarisinin güçlendirilmesi için en temel adımlardan biridir. Kendi coğrafyamızda, bölgede karşılıklı güvenin tesis edilmesi amacıyla bir istikrar paktı ya da platformu kurmak, dış aktörlerin müdahalesini sınırlayan ve bölge içinden çözümlere odaklanan bir yaklaşımı gerektirir. Bu kapsamda, taraflar arasındaki güvenin kalıcı olması ve karşılıklı olarak güvenliğin taahhüt edildiği bir çerçevenin benimsenmesi hedefleniyor. Bu hedef doğrultusunda Cumhurbaşkanı’nın önderliğinde ilerleyen çalışmalar, bölgede yeni bir güç dengesinin oluşmasına zemin hazırlıyor.
İsrail’in kayıtsız şartsız destekçilerinin de artık bu konuda ortak görünmek istememesi ise mevcut duruma damgasını vuran önemli bir tespit. Katar’ın güvenliğinin Amerika tarafından korunması yönündeki kararname, bu gerçeğin bir göstergesi olarak görülüyor. Bölgede Suudi Arabistan ve Pakistan eksenli yeni görüşmelerin ışığında, dış aktörlerin müdahalelerinin azaltılması ve ortak hareket etmenin önemi yeniden ortaya çıkıyor. Türkiye’nin bu dönüşüm sürecine olan katkısı, liderler arasındaki güvene dayalı iş birliğinin daha da güçlenmesini sağlıyor.
Washington ziyareti ve iki ülke arasındaki iş birliği açısından bakıldığında, bu ziyaret iki lidere de meydan okuyan çevresel zorluklar altında bile önemli bir diploması başarısı olarak değerlendiriliyor. Liderler arasında kurulan güvene dayalı ilişkinin, ticaret, enerji ve savunma sanayi gibi alanlarda somut projelere dönüşmesi öngörülüyor. Cumhurbaşkanı ile Başkan Trump arasındaki iletişimin, Hamas ile ateşkes sürecine olumlu yansıması, bu stratejinin verimli olduğunun göstergesi olarak görülüyor. Taraflar arasındaki irade ve koordinasyon, gelecekte atılacak adımlar için güçlü bir temel oluşturuyor ve ilgili bakanlıklar ile kurumlar üzerinden uygulanabilir planların geliştirilmesi üzerinde çalışılıyor.