TECRÜBE ARTI BİR DEĞERDİR! – 1
Bu böyle, şu şöyle, o öyle demeyi
ve olumsuz düşünmeyi bırakın,
kendinize bir yol açın,
bir adım daha atın ve yürüyün.
Önünüze nice yollar mutlaka açılacaktır
ve engelleri aşacağınız nice köprüler de kurulacaktır.
Çin setti ilk taşı koymakla başlamıştı ve
yıllar sürse de sonunda bitirilmişti.
Bir mevzuyu bilenin ağzından al. Çünkü o öğrendiklerinin en iyilerini yazar, yazdıklarının en iyilerini ezberler, ezberlediklerinin en iyilerini de anlatır. Ve onlar savaş sanatını da iyi bilirler, savaşı kazanacağı en iyi yerden mevzi alırlar.
Tecrübeli biriyle yapılan bir saatlik sohbet, belki bir yıllık eğitimden daha kıymetlidir. Daima tecrübelilerle ol, daima kaliteli eğitimlilerle ol; daima iyilerden ol, iyilerle beraber ol, daima ‘kazan-kazan-kazan!’ anlayışında ol ve daima zamanı gelmiş bir fikirden çok daha güçlü ol… Çünkü tecrübe artı bir değerdir. Olmamış insanlar dalında kalsın; özleri hamdır, sözleri gamdır, gözleri kemdir onların; koparmayın dalında öyle kalsınlar. Onlar, insana kötü duygular verir; öfke verir, kin verir, nefret verir. Siz başkalarının verdikleriyle kendinize ceza veriyorsunuz. Kendi hakkınıza giriyorsunuz. Zira sizi bir kibrit gibi yakıp, mum gibi bitireceklerin yüküne neden hamallık ediyorsunuz.
Şu kalabalık kitleler, dibini göremediği her şeyi derin sanır; kavrayamadığı her şeyi ya çok anlamı yahut anlamsız sanır. Hâlbuki kimse görüldüğü kadar iyi değil, anlatıldığı kadar kötü de değil. Mükemmel gördüğünüz insanların arka yüzünde görmek istemediğiniz derin bir karmaşa vardır. Neden her gördüğünüze ve her duyduğunuza aldanıyorsunuz? Bir savaşı meydanlarda değil, sizin gibi iyi niyetli olmayanlara benzediğinizde kaybediyorsunuz. Tartıştığınız aptallar kendi seviyelerine çekerek yeniyorlar sizi, farkında dahi olmuyorsunuz. İnsanlar sana değil, kendi yaralarına saldırırlar. Yüreği yetene kadar sizinle yürüyenler varken neden menfaati bitince geri dönenlerle meşgul oluyorsunuz? Aptallarla tartışmanın bedelini, onların seviyesinden daha aşağıya, derin bir kuyuya düştüğünü anlayınca, çıkmak için, paha biçilmez hayatının en güzel anlarından vererek ödüyorsun. An geçiyor, zaman geçiyor, ömür geçiyor ve ölüm yaklaşıyor fark edemiyorsun. Ve şu dizeler sanki özetliyor her şeyi: Dolu çanak boş çanağa çalınmaz, / Boş çanağın dökülecek neyi var! / Dolu adam boş adamla uğraşmaz, / Boş adamın kaybedecek neyi var! [1]
Bu yolculukta hayat asla kolaylaşmayacak, sen kendini yetiştireceksin. Bazı kapılar çalınınca açılır, bazı köprüler yürününce geçilir! Vakti gelince hakikat ortaya çıkar, çıkarılır. Ne kadar köklere inerseniz o kadar göklere yükselirsiniz. Daima ayakta, daima hazır, daima güçlü olacaksın. Sahip olduğun ağırlık muhatabının terazisini bozsun ve sorduğun her soru, bir kitaptan çok daha büyük bir etki yapsın. Bunun için önce kendine yetişeceksin, önce kendini yetiştireceksin. Kural basit: Aklını çalıştıramazsan, aklını çalıştıranlar için çalışırsın! Eğer bugün eğilir ve derinlemesine öğrenirseniz, yarın kimseye boyun eğmezsiniz; başınızı kaldırır ve gökyüzüne özgürce bakarsınız. Dün başkalarına laf yetiştirenler bugün başkalarına iş yetiştiriyor, dün kendini yetiştirenlere bugün başkaları iş yetiştiriyor. Çünkü; “Güçlü insan kendine hizmet eder cömertçe / Zayıf başkalarına hizmet eder namertçe…” Bu böyle, şu şöyle, o öyle demeyi ve olumsuz düşünmeyi bırakın, kendinize bir yol açın, bir adım daha atın ve yürüyün. Önünüze nice yollar mutlaka açılacaktır ve engelleri aşacağınız nice köprüler de kurulacaktır. Çin setti ilk taşı koymakla başlamıştı ve yıllar sürse de sonunda bitirilmişti.
Düşünsene, karanlık karanlığı kovalayabilir mi? Karanlığı ancak ışık kovalar. Bunu anlayacak olgunlukta henüz değil misin? Artık dağlara, en zirveye dünyayı görmen için tırmanma vaktin gelmedi mi? Hala dünya seni görsün diye mi tepeye tırmanıyorsun? Herkesle iyi geçinen iyi oyuncular, iki yüzlüler, hatta üç yüzlüler bunu anlayamazlar. Onlar, bildiği acıyı, hiç bilemediği maceraya tercih ediyorlar çünkü. Ve onlar, ‘birlikte yaşamak’ ile ‘birlikte yaşlanmak’ arasındaki o ince farkı da anlayamayanlardır. Başkaları ısınsın diye kendini yaka yaka ödediğin bedel yetmedi mi? Köklerine dön, özüne dön, derin tarihine dön, kendine dön. Bu farkındalığa ulaşman kolay değil, bedava hiç değil. Bunun bir kısmın sen ve ailen karşılarken bir kısmını da yaşadığın ülkenin her ferdi azığından keserek ödediği vergilerle karşılıyor. Kıymetini bil, herkes senin için bedel ödüyor. Onlara karşı olan minnettarlığını kendin olarak ve kendin kalarak ödeyebilirsin.
Neden zayıf ve muhtaç durumda olanlara karşı gücümüzü, gereğinden fazla, bir aslan gibi gösterme ihtiyacı duyuyorsunuz? Ve neden hiç ihtiyacı olmayanlara karşı gereğinden fazla cömert davranıyorsunuz? Pazarda üç baş sarımsağı daha ucuza almak için üç beş takla atarken lüks lokantada yarısını yiyip yarısını tabakta bırakmadan önce birkaç fotoğraf çektirdikleri yememeğe yüksek para öderken pazardaki üç baş sarımsağın fiyatında kat kat daha fazla miktarda bahşiş bırakmak için kaç takla atıyorsun?
İnsanların kalbine koyduğunuz şeyler, zihnine koyduklarınızdan çok daha değerlidir. Yüreğe dokunmayan her çaba, her eğitim uzaktan yapılan bir eğitimdir; hep bir kanadı kırık, duygusuz, gönülsüz, hadsiz kalacaktır.
Büyük bir fırtına geliyor! O fırtına yaklaşmakta, çok yakında, uğultusu kulağımızda. Bu fırtına ki kimin yolunu açar, kimin yuvasını yıkar, bilinmez. Anlamak istemiyor bunu kimse! Anlamak istememek de bir savunma mekanizmasıdır. Bu savunma mekanizması fırtınayı savar mı bilmiyorum. Bence savmaz. Fakat fırtına yaklaşıyor. Anlasa değişecek, gerçeklerle yüzleşecek. Bu ona çok zor geliyor. Ne gerçeklerle yüzleşmek ve ne de değişmek istiyor. Çünkü değişse hayattan özür dileyecek. Çünkü hayatı ucuza yaşıyor, bedel ödemiyor. Oysa kalite değerince bedel ister. Sevgi eylem olmadan işe yaramıyor, güven kanıt olmadan işe yaramıyor, özür değişim olmadan işe yaramıyor, bilgi yaşayış olmadan işe yaramıyor…
Ne tuhaf! Sadece dışımızı görebiliyoruz. Lakin her şey içimizde oluyor. Hayatımızı, iki bölgede yaptıklarımız belirliyor. Biri, sizin kontrolünüzde olan iç dünyanız, diğeri sizin kontrolünüzde olmayan şu büyük dış dünyanızdır. Dünya ve insan böyle yaratılırmış işte, mekanizma böyle işliyor, böyle çalışıyor. Ne kadar fazlaysa su, altındaysa o gemiyi yüzdürüyor; gemiyi batıransa içine dolan o altındaki su. Siz ruhunuza, zihninize, kalbinize girmesine izin vermediğiniz müddetçe dış dünyanızdaki olumsuzluklar, dalgalar gibi sizi sürekli dövse de hırpalasa da içinize almadığınız sürece sizi asla yıkamaz, batıramaz. Aksine sizi umutlandırır, güçlendirir, kuvvetlendirir, daha iyi yerlere yönlendirir, daha güzel yerlere götürür. Su ne kadar derin olursa olsun, derya deniz ne kadar dalgalı olursa olsun, dışınızdaki dünyada şartlar ne kadar olumsuz olursa olsun, hayaliniz ve hedefiniz sadece istediğiniz yere gitmek olsun.
DEVAM EDECEK…
[1] Dilsiz Irmak, Yarım Hiciv, yayınlanmamış kitap.