TCG Anadolu ve Türkiye’nin savunma sanayii yolculuğu: teknoloji, strateji ve jeopolitik etkilerinin bir analizine odaklanan kapsamlı bir inceleme.
İlk olarak 1974 yılındaki kritik bir olay üzerinden başlayalım: 20 Temmuz’daki Kıbrıs çıkarmasında Türkiye’nin çıkarma gemisi sayısı sınırlıydı. Bugün ise TCG Anadolu’nun aşağı güvertesinden 13 tankı birden taşıyabildiğimizi görüyoruz. Ben bu gemiye, deneme aşamasını da kapsayan bir dizi test sürecinde binenlerdenim; bu beşinci binişimdi. Bu geminin kardeşi ise Juan Carlos olarak biliniyor ve 6 Şubat depremlerinde Mersin Limanı’na getirilen yardımlarda kullanıldı. Juan Carlos’un içinde tank manevrası yapılamaması nedeniyle 6 ay süren tank manevra testleri gerçekleştirilmişti. Bu yüzden gemiye “L tipi gemi” diye adlandırıyoruz.
Geçmişte sadece birkaç ülkenin sahasında görülen ve uçak gemisi olarak kabul edilen konsept, Türkiye’nin öncü rolüyle değişti. Anadolu, dünyanın ilk SİHA gemisi olma özelliğini taşıyor ve bu, hava sahasının güvenilir kavramsal dönüşümünü tetikliyor. Görev gücüyle hareket eden bu platform, çevresini saran denizaltılar ve diğer sistemlerle korunuyor; böylece görev kapasitesi önemli ölçüde artıyor.
Libya’da iç savaş başladığında vatandaşlarımızı tahliye etmek için İDO feribotlarıyla geçişler yaparken, Anadolu’nın varlığı bu tür sıkıntıların önüne geçebilir. Helikopterler konusunda da iri bir dönüşüm yaşandı. Apache’ler Kara Kuvvetleri envanterinden Deniz Hava Komutanlığı’na geçti; bunların yanında Sikorsky helikopterler de mevcut. Terörle mücadele yıllarında sadece 7 adet saldırı helikopteriyle çalışmak zorunda kalınan bu süreç, bugün ihracat kapasitesiyle güçlenmiş durumda.
Türkiye’nin savunma sanayi serüveni uzun ve kapsamlıdır. Bayraktar TB3, Kızılelma ve diğer projelerle birlikte ilerliyoruz. Platform değil, aviyonik yazılım ve üretilen mühimmat ön planda olmalıdır. Bu yaklaşım, dünya silah endüstrisinde anahtar farkları yaratıyor.
KAAN’da 15 milyon satır kod olacağı öngörülüyor. F-35 için yaklaşık 21 milyon satır kod olduğunu biliyoruz; ASELSAN, TÜBİTAK ve HAVELSAN ortak çalışmasıyla KAAN için de benzer oranda bir yazılım yükü hedefleniyor. Ayrıca gazetecilerin “yerli uçak” vurguları genelde motorlar üzerinden yapıldığı için, aviyonik ve mühimmat üzerinde durulması gerektiğini vurguluyoruz. Dünyanın beşinci nesil uçaklarıyla yarışta, motorlar kadar teknolojinin yönetim yazılımları da kritik hale geliyor.
Bayraktar ailesinin ihracat performansı tartışılırken, lastik ve optik sistemlerin dahi başka firmalardan temin edildiğini görüyoruz. Ancak tüm unsurlar bir araya geldiğinde net bir katma değer ortaya çıkıyor: Otomobil ihraç ediyorsak kilosu 10-11 dolar seviyesinde, roket ise 2.000-4.000 dolar aralığında değer görüyor. Böylelikle, altıncı nesil savaş uçakları hâlihazırda İHA ve SİHA’larla birlikte bir ekosistem içinde çalışıyor. Kızıl Elma da KAAN ile kol düşüşü yapacak bir insansız savaş uçağı olarak ilerleyecek.
ÜRETİLEN PROTOTİP, ÜRÜNLER FARKLI DEVLETLER TARAFINDAN GÖZDAĞI OLARAK ALGILANABİLİR Mİ? sorusu, gurur verici olduğu kadar dikkat edilmesi gereken bir mizaçtır. Üretimi artırmak, güvenli ve sürdürülebilir bir denge gerektirir. Örneğin, Kaandaki hızla ilerleyen süreçler için ayda 2, yılda 24 adet üretim hedeflenmektedir; bu da beşinci nesil uçak gereksinimini karşılayacak bir ölçek olarak görülüyor.
Psikolojik üstünlük açısından, Türkiye’nin Eurofighter ile birlikte meteor füzesi alması Yunanistan ve İsrail üzerinde önemli etkilere sahip olmuştur. İsrail, Türkiye’nin artan savunma kapasitesi karşısında bazı endişeler yaşamaktadır; Japonya’ya SİHA satışı konusundaki gelişmeler bu durumun bir yansımasıdır. Türkiye pazara girdiğinde bu tür tepkilerin doğması beklenen bir sonuç olarak değerlendirilmektedir.