Dün,
vazgeçilmez sandıklarımız
bugün hafif bir eşya gibi taşınıyor.
Sığdığımız Yer, Sığındığımız Yer!
…
İnsan bazen bir manzaranın önünde durur, hayatın bütün gürültüsü bir anda susar.
Dünya dediğimiz şu büyük hengâme, aslında küçücük bir hakikatin karşısında eriyip gider:
Kaç arabamız, kaç evimiz olursa olsun, kaç takım elbisemiz, kaç unvanımız, kaç fotoğrafımız, kaç anımız…
Gün geliyor hepsi bir kartona, bir çantaya, bir arşive, bir köşeye toplanıyor.
Hayatın büyüttükleri, yolun sonunda küçülüyor; biz farkına varmadan…
Dün, vazgeçilmez sandıklarımız bugün hafif bir eşya gibi taşınıyor.
Bir zamanlar içine sığamadığımız evler, bir nakliye kamyonunun arka kapağında koca bir sessizliğe dönüşüyor.
İnsan fark ediyor o an:
Dünya bize geniş değilmiş; biz dünyayı fazla ciddiye almışız.
Biliyor muyuz…
Asıl mesele, kalbimizde taşıdıklarımız.
Bize sorulacak olan; ne kadar yaşadığımız değil, nasıl yaşadığımız.
Kime iyilik ettik?
Kimin gönlünü aldık?
Kimin duasına ortak olduk?
Hangi gençliğe yol olduk?
Kim için bir kapı araladık?
Çünkü eşya kamyona, ömür mezara sığıyor ama
iyilikler bir deftere yazılıyor: Hesap gününün büyük defterine…
Mütevazı olmak bir duruş değil, bir huzur meselesidir.
Kibir yük, tevazu ise yol arkadaşının omzuna konan bir kuş gibi hafif.
Geldiğimiz toprak bize bunu hatırlatıyor, gideceğimiz toprak da…ı
Ne diyelim?
Mezar taşının bile suskunlaştığı yerde, geriye sadece iyilikler konuşuyor Reis…
O yüzden yürüyüşümüz sakin olsun, adımlarımız mütevazı, kalbimiz vefalı.
Çünkü hep birlikte farkındayız:
Burası sadece dünya.
Geldik… ve geçiyoruz.