Sındırgı ve Simav deprem zonlarına dair magmatik zonlar hakkında yeni bulgular ve analizlerle deprem dinamiklerini anlamaya yönelik kapsamlı özet.

Simav Fayı ile Gelenbe Fayı’nın kesişiminde, bölgede görülen deprem aktivitelerinin dar alana sıkışmış bir çerçevede ilerlediğini vurguluyoruz. Özellikle Sındırgı bölgesinde deprem yüzeylerinin geniş bir alana yayılmaması, fay düzlemleri üzerinde oluşmayan depremlerin sayısının fazlasıyla sınırlı olduğuna işaret ediyor. Bölgeye dair çalışmalarımız, deprem dağılımlarının derinlik ve yarı çap açısından belirgin farklılıklar gösterdiğini ortaya koyuyor.
Simav çevresindeki depremlerin ise daha dar bir alanda, yaklaşık 10 ila 20 kilometre arasında yoğunlaştığı gözlemleniyor. Bu çerçevede, tektonik yapıların karmaşık etkileşimleri incelendiğinde, Simav Fayı ve Gelenbe Fayı arasındaki geçişin deprem üretiminde anahtar bir rol oynadığı ifade ediliyor. Özellikle güney kesimde meydana gelen depremlerin, mevcut fay hatları üzerinde net bir kırık izine sahip olmadığına dikkat çekiliyor; yeni kırık oluşumlarının daha çok 6,4–6,5 büyüklüğünde depremlerin habercisi olduğuna vurgu yapılıyor.
Derinliksel magmatik zonlar konusuna odaklandığımızda, 2012–2024 yılları arasındaki tomografi çalışmaları Sındırgı’nın güney kesimlerini kapsayacak şekilde yürütüldü. Bu çalışmalar neticesinde 5–12 kilometre derinliklerde magmatik zonların varlığı tespit edildi. Çalışmaların bir diğer önemli çıktısı; Simav Grabeni olarak adlandırılan çöküntü havzasının batısına doğru, yüzeyinin yakın mesafelerinde jeotermik akışkanların bulunduğu yönündeki bulgulardır. Bu saptamalar, yüzeyin 1–2 kilometre altındaki söz konusu akışkanların, mevcut fayları etkileyerek yeniden hareketlendirme potansiyeline sahip olduğuna işaret ediyor.
Depremlerin dağılımı ve kinematikleriyle yapılan karşılaştırmalarda, dünya örnekleriyle benzer bir dinamiğin ortaya çıktığını görüyoruz. Özellikle Santorini örneğine atıf yapılarak, bölgede de binlerce çok küçük deprem meydana geldiği ve magma yerleşiminin dalga benzeri bir etkileşim yarattığı ifade ediliyor. Söz konusu magma hareketinin yer değiştirme ve sıcaklığın etkisiyle olduğu ve mevcut fay hatlarını tetikleyerek deprem üretim süreçlerini tetikleyebileceği düşüncesi güç kazanıyor.
Sındırgı’nın güney kesimindeki deprem dinamiği üzerine yapılan değerlendirmeler, yüzeydeki belirgin kırıkların her zaman mevcut olmadığını gösteriyor. Bölgedeki depremlerin çoğunluğunun (yaklaşık %90–95’i) faylar tarafından sınırlı bir şekilde üretildiğini, batı sınırlarının Gelenbe Fayı ile sınırlanmasıyla bu bölgenin jeolojik karakterine dair önemli ipuçları verildiğini ifade ediyoruz. Magmanın hareketinin, fay hatları dışında da yer açma çabasıyla yeni deprem odaklarını tetikleyebileceğini, bu deprem serilerinin magmatik akışkanların etkisiyle uzun süreli bir aktivite gösterebileceğini öne sürüyor.
Uzatılmış deprem fırtınaları konusu ele alındığında, büyük ölçekli yıkıcı depremlerin değil, uzun süreli araçlar halinde devam eden depremsellik gözlemleniyor. Santorini örneğinde olduğu gibi, son yirmi beş yılda magma yerleşimlerinden kaynaklanan kısa vadi fırtınalarının en az üç kez tekrar ettiği dikkat çekiyor. Söz konusu bulgular, bölgenin magma hareketinin yarattığı stres ve akışkan etkileriyle deprem dinamiklerinin uzun soluklu bir süreç olduğuna işaret ediyor.