DOLAR
42,9340
EURO
50,4963
ALTIN
6.003,30
BIST
11.220,17
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Hafif Yağmurlu
13°C
İstanbul
13°C
Hafif Yağmurlu
Çarşamba Parçalı Bulutlu
5°C
Perşembe Az Bulutlu
4°C
Cuma Parçalı Bulutlu
8°C
Cumartesi Çok Bulutlu
14°C

ÖZÜN GÜRLEŞİRSE ÖZGÜR OLUR MUSUN?        – 1 / 2

30.12.2025 09:01 | Son Güncellenme: 24.12.2025 00:33
A+
A-

 

 

Arpa yiyen eşeğin

saman yemez’ hikâyesi

insanı gerçekten ürpertiyor.

Geçmişini unutan olmasın muteber,

olursa Rabbinden olur bihaber.

 

 

Türkçede ‘öz-gür, özgürlük’ kelimesi, ‘öz’ (kendi) kökünden gelir. Özgürlük, özünü gürleştirmektir. Ancak bu kelimenin ‘gür’ kısmı her zaman özüne uygun ‘gürleşmek’ anlamında değildir. Serbest kalmak, kendi başına buyruk olmak, hazzın ve hızın peşinde olmak manasını da içinde taşır. Müspet manada kullandığımızda özgürlük, kendi maddi ve manevi kabiliyet, kapasite ve değerlerinle özgürce nefes alıp vermektir. Bugün özgürlük, birilerine özenip rolünü de çalarak onun gibi nefes alıp vermek garabetine bürünmüştür. Bu bir özentidir, kendini inkâr etmedir. Özgürlük ve özenti kelimeleri birbirine zıttır. İnsan kendi ruhu ve inancıyla, kendi aklı ve düşüncesiyle, kendi gönlü ve duygularıyla, kendi bedeni ve ciğeriyle nefes alıp verdikçe özgürdür, özgündür; kendidir. Burada mesele doğduğundaki gibi ilk nefesi almak ve ilk nefesi vermektir; bebekliğindeki gibi, ilk çocukluğundaki gibi gücü, kuvveti ve kabiliyetiyle nefes alıp vermektir.

Dünyayı keşfedip bir defadan bir şey olmaz diyerek başkaları gibi nefes almaya başladığında meselenin aslı değişir, şekli değişir, rengi değişir. Kolayına gider, dolayına gider, yuvarlanır. Artık arpa yiyen eşek gibi saman yemez. Burada mesele arpayı gördükten sonra saman yememek değildir; esas olan saman yediğini unutmaktır, özünü unutmaktır, özentidir, taklittir. Gürleyen öz sesinin zamanla zayıflamasıdır, kısılmasıdır, kasılmasıdır; özgür ve özgün sesin kaybolmasıdır…

Doğrusunu söylemek gerekirse, ‘arpa yiyen eşeğin saman yemez’ hikâyesi, geçmişini unutan insanların acıklı hikâyesidir. Unutuyorlar işte; kimdiler, kiminleydiler, neydiler, neredeydiler… Kadim tarihlerini, hayat hikayelerini, özlerini tümüyle unuttular. Bu, aç yahut tok olma, geçmişini bilmeme mesele değildir. Burada asıl mesele açken bir anda doyanlar, tokken bir anda aç kalanların ne yapacaklarını bilememektir, belirsizliktir! Geçmişini bir anda öğrenmek yahut inkâr etmek nasıl bir travma, sarsıntı, boşluk yaratır; doğrusu hiç bilemiyorsunuz. Bunlardan korkulur. Ne yapacaklarını, nasıl yapacakları bilememek insanı ürkütür. Bu anlamda ‘arpa yiyen eşeğin saman yemez’ hikâyesi insanı gerçekten ürpertiyor. Kendi emanetlerine bugün sahip çıkamayanlar, yarın başkalarının emanetlerine ancak bekçi olacaklarını bilmeliler. Bilirler mi? Bilmem! Başında yola diz çökerek başlayanlar, -olağan üstü bir şey olmazsa- yolu sürünerek bitirmek zorunda kalırlar. Bunu iyi biliyorum.

Yine esas mesele arpa yiyen eşeğin samanı unutma meselesi değildir. Saflığın, paklığın, özün, asıl fıtratın zamanla bozulmasıdır. Düne kadar kerpiç evlerde büyüyenlerin, vicdanlarının betonlaşmasıdır. Dün yamalı bir elbiseye muhtaç olanların, bugün oturdukları yalılardaki halılara ayakkabıyla basmalarıdır. Dün bir buğday habbesine sevinç gözyaşları dökenlerin, bugün pirinç dolu tabakların yarısını çöplere dökmesidir. Dün zayıf, güçsüz, takatsiz, ezilen iken bugün müstekbirler; kibirliler, büyüklük taslayanlar; güçlü, kuvvetli ve muktedir olanların mustaz’aflara; güçsüzlere, masum ve mazlumlara dünü unutmak suretiyle zulmetmeleridir.

Belirsizlik! İnsanın hiç tahammül edemediği şey belirsizliktir. Belirsizlik anında beyin, insanı hayatta tutma ve savunma işlevini yapmayı bırakır. Belirsizlik anında beyin ne yapacağını bilemez hale gelir, endişelenir, kaygılanır, strese girer. Düşünsenize geniş bir sahada koşmaya başlıyorsunuz ve bir anda gözleriniz kapanıyor yahut elektrikler kesiliyor ve karanlıkta kalıyorsunuz. Etrafınızı göremediğinizden ve kendinizi güvende hissetmediğinizden bir zaman sonra sendelersiniz, tökezler ve düşersiniz. Çünkü bir belirsizlik var. Burada görmek dediğimiz şey bilginin kendisidir. Gözle görmüyoruz, beyinle görüyoruz; beyinle işitiyoruz, kokluyoruz, tadıyoruz, hissediyoruz. Burada göz, kulak, burun, dil ve deri birer araçtır. Biz bu araçlarla sahada önümüzü görüyoruz. Beyin, görme işlevi fiziksel olarak başlatır, zihinsel ve ruhsal olarak devam ettirir.

Amerika’da yapılan bir araştırmada, evlilik öncesinde yaşanan deneyimler ne kadar fazlaysa, evlendikten sonra huzursuz olma, tatmin olamama ve boşanma oranı o nispette fazla oluyormuş. Bu araştırma bize, her çiçekten bal al, herkesi tanı; en uygun aday hangisiyle onunla nikahlan anlayışının insan fıtratına uygun olmadığını gösteriyor. Düşünsenize! Pahalı ürünler satan mağaza raflarında ürün ve çeşit sayısı azdır. Bu, müşteriye az ürün çıkartma ticarette kullanılan bilinçli bir tercihtir. Çünkü müşteriye ne kadar az seçenek sunar, özgürlük alanını daraltırsanız, o ürün o kadar kıymetli olacaktır. Bu tercih, mağaza sahibi kadar müşteri için de kolaylık sağlar. Mesela üç ürün arasından mı yoksa on üç ürün arasından mı tercih yapmak daha kolay? Seçeneklerin fazla, özgürlük alanın geniş olması mağazayı pazar yerine çevirir. Ki bu, lüks yerlerde istenen bir durum değildir. Eskiden bir, iki televizyon kanal vardı, ne izleyeceğimiz belliydi, belirsizlik yoktu. Şimdi yüzlerce kanal arasından hangi kanalı izleyeceğimizi şaşırıyoruz; belirsizlik fazla.

Gereğinden fazla tercih etmek ve tercihte fazla özgür olmak gibi görememek kadar gereğinden fazla şey görmek de belirsizlik yaratıyor. Bu nedenledir ki insan öncelikle az tercih ile sınanmalı, ayağına taş değmelidir. Konfor alanında çürüyen insanı ancak hayatın zorlukları iyileştirir, olgunlaştırır ve sağlamlaştırır. Ve belki böylece tercihin ve özgürlüğün kıymeti bilinir.

Özgürlüğün bir sınırı olmalı! Gereğin fazla yahut az bir özgürlük, insanın yaratılışa uygun değildir, insani değildir, sağlık değildir, özgürlük hiç değildir. Pisagor’un adalet kupası metaforu, bu duruma örnek gösterilebilir. Eğer bardağı belirli bir seviyeye kadar doldurursanız hiçbir sorun olmaz. Lakin açgözlülük edip sınırı aşarsanız, su altındaki delikten akar, kupayı boşaltır. Kupanızdaki az su susuzluğunuzu gidermez. Fakat fazla su doldurduğunuzda, kurulan mekanizmadan su boşalacağı için kupada suyunuz kalmaz. Suyu, bardağa ne az ne fazla, tam ölçüsünde doldurmak gerekir. Özgürlüğü de böyle anlamak gerekir. Çünkü bazı insanlara özgürlük çok fazla, birkaç beden büyük geliyor; bazı insanlara da çok az, birkaç beden küçük geliyor.

 

 

DEVAM EDİYOR…

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.