Niksar Kalesi ve şehrin tarihi: Başkentin mirasıyla bugün arasında bir yolculuk. Tarih, kültür ve doğal güzellikler bir arada.
Niksar, köklü geçmişiyle Anadolu’nun kalbinde yer alır. Milattan önce 3 binli yıllara uzanan izler taşıyan bu şehir, Roma ve Bizans dönemlerinin ardından 11. yüzyılda Türk güçlerinin eline geçerek, Anadolu’ya yönelik akınlar sırasında önemli bir merkez haline gelmiştir. Malazgirt Zaferi ile Anadolu’nun Türk hâkimiyetine girmesiyle Selçuklu, Danişmentli ve Osmanlı egemenlikleri boyunca bir ilim ve kültür merkezi olarak parlamıştır.
İlçenin simgesi olan Niksar Kalesi, Pers kökenli Pontus Krallığı döneminde inşa edildiği gibi adını da Kaberia olarak taşıyan eski bir geçmişe sahiptir. Roma Dönemi’nde eklenen yapılarla güçlenen kale, 6,2 kilometrelik savunma duvarlarıyla Türkiye’nin önemli surlarından biri olarak bilinir ve Diyarbakır’dan sonra uzunca bir bölgeyi kapsar. Zaman içinde çeşitli restorasyonlardan geçerek günümüze ulaşan kalenin güç ve dayanıklılığı, bölgenin tarihsel zenginliğini gözler önüne serer.
Niçin Niksar Kalesi değerli? Çünkü şehir, Pontuslar ve Romalılar’dan Bizans ve Anadolu Selçukluları’na uzanan çok katmanlı bir geçmişe sahiptir. Danişment Devleti’ne başkentlik yapan Niksar, kalelerden çok öte bir medeniyet merkezi olarak anılır. Belediye Başkanı Semih Tepebaşı’nın ifadesiyle, Niksar yalnızca savunma amacıyla inşa edilen bir şehir değil, geçmişin izlerini taşıyan ve suyla doğasıyla zenginleşen canlı bir mirastır. Pontus dönemi kalıntılarından, Milat’tan önce 300–350 yıllarına uzanan kale yapısının, Türkiye’deki ikinci büyük kale olarak anılması da bu mirasın büyüklüğünü işaret eder.
Bugünün Niksar’ı, tarih boyunca başkentlik yapmış bu şehrin bulunduğu coğrafyada, kültür ve doğal güzellikleriyle ziyaretçilerine derin bir tarih yolculuğu vadediyor. Niksar kaleleri ve çevresinin sunduğu zenginlik, bölgenin kronikleşmiş hikâyesini yansıtır ve kent için gurur kaynağı olmaya devam eder.