Naşit Ailesinin 126 yıllık Türk tiyatrosuna mirası ve gelenekleri hakkında detaylı bilgi. Tiyatro tarihine tanıklık eden önemli bir kültürel miras.
Türk sahne sanatlarının derin köklerine işlenmiş, üç kuşağı aşkıyla ve tutkuyla bağlanmış olan Naşit ailesi, 126 yıl boyunca sahne tozunu yutmuş, mizahın, hüznün ve zarafetin eşsiz harmanını yaratmış bir efsanedir. Bu ailenin hikayesi, sadece bir tiyatro ailesinin öyküsü değil, aynı zamanda Türk tiyatrosunun gelişiminde iz bırakan büyük bir kültürel mirasın da adıdır.
Her şey, 1898 yılında, Direklerarası sahnesinde, 11 yaşındaki Naşit Özcan’ın sahneye adım atmasıyla başladı. Kapıdan çevrildiği an, sahneye taş attı; bu hareket, genç yaşına rağmen, sanat aşkının ve meydan okuyan ruhun ilk işaretiydi. 1899’da, henüz 12 yaşındayken, Mızıka-i Hümayun’a kabul edilerek saray operetlerinde figüranlık yapmaya başladı. Bu erken dönem, onun sahne hayatındaki ilk adımıydı ve kısa sürede dönemin usta isimleriyle çalışarak, tuluat sanatında yeni bir dönemin kapılarını araladı.
Naşit Bey, geleneksel taşlamaları zarif ve incelikli mizah diliyle yeniden yorumladı; “Haremağası Ud Meşkediyor” adlı performansıyla, halkın sevgisini kazandı ve “Komik-i Şehir” unvanını aldı. Kendi kurduğu “Millet Tiyatrosu” topluluğuyla, sadece kanto ve operet sahneleriyle sınırlı kalmayıp, tiyatroyu halkla daha yakın ve samimi hale getirdi. Bu sayede, sahne üzerinde yeni bir mizah anlayışı ve halkla iç içe bir tiyatro anlayışı doğdu.
Naşit Bey’in eşi, Amelya (Emel) Özcan, köklü bir sanat ailesinden geliyordu. Kemani Yorgo’nun kızı ve ünlü kantocu Verjin’in torunu olan Amelya Hanım, 1920’lerde sahneye çıktı. Kardeşiyle birlikte kanto ve dans gösterileriyle sahneleri doldurdu; ancak 1927’de, oğlu Selim’e hamile kalınca, sahne hayatına veda etti. Bu karar, tiyatro geleneğine sessiz ama güçlü bir katkı olarak, sahne arkasında kalmayı ve sanatın devamını sağladı.
Naşit Bey’in oğlu, Selim Naşit Özcan, 1928 yılında İstanbul’un Şehzadebaşı semtinde doğdu. Çocukluğu, babasının “Millet Tiyatrosu” kulislerinde geçti. Babasının vefatından sonra, 15 yaşında profesyonel sahne hayatına başladı. Müzikli oyunlardan dramatik eserlere kadar geniş bir repertuarda performans gösterdi. Film kariyeri de oldukça zengindi; yaklaşık 60 filmde rol aldı ve 1998’de, “Her Şey Çok Güzel Olacak” filmindeki performansıyla SİYAD En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü’nü kazandı. 2000 yılında, 72 yaşında hayata veda etti ve onunla birlikte, ikinci kuşak da sahneden ayrılmış oldu.
Naşit ailesinin en tanınan ve sevilen yüzlerinden biri, hiç kuşku yok ki, Adile Naşittir. 1930’da dünyaya gelen Adile Hanım, çocuk yaşta tiyatroyla tanıştı. Matine günlerinde, evlerinin tavan arasındaki küçük delikten, babasının sahneye çıktığı oyunları izlerdi. Bu tutku, onun oyunculuğa olan ilgisini pekiştirdi ve 14 yaşında İstanbul Şehir Tiyatroları’na katıldı. Kısa sürede, “Cibali Karakolu”ndaki kaynana rolü ve “Hababam Sınıfı” serisindeki Hafize Ana karakteriyle halkın sevgilisi haline geldi.
1976’da, “İşte Hayat” filmiyle En İyi Kadın Oyuncu ödülü kazandı. Oğlu Ahmet’i kaybettikten sonra, TRT’de “Uykudan Önce” programıyla çocuklara seslendi. Hep yüzündeki gülümsemeyle, acılarına rağmen yaşam sevincini ve pozitif enerjisini korudu. 1987’de aramızdan ayrıldı ve ardında, milyonların kalbinde yaşamaya devam eden bir sanatçının mirasını bıraktı.
Naşit ailesinin üçüncü kuşak temsilcisi, Necip Naşit Özcan, 1957 yılında dünyaya geldi. Tiyatroya olan ilgisi, doğuştan gelen bir tutku olarak, çocuk yaşta sahneye çıkmasıyla başladı. 1971’de ilk kez sahneye adım attı ve 1977’de profesyonel olarak kariyerine başladı. Ali Poyrazoğlu Tiyatro Kursu’ndan aldığı eğitimle sahnede derinlemesine bir yer edindi ve çeşitli topluluklarda rol aldı. “Uçurtmanın Kuyruğu” ve “Kuğu’nun Şarkısı” gibi oyunlarda gösterdiği performanslar, onu ödüllerle taçlandırdı; Selim Naşit Lions, Sadri Alışık ve İsmet Küntay gibi usta sanatçılarla birlikte çalıştı.
Seslendirme sanatçılığı da yapan Necip Naşit, Uygur Sanat Tiyatrosu’nun “Tatlı Kaçık” oyununda ve “Vatikan’ın Şifresi: Bir Temel Macerası” filminde rol aldı. Ancak, ne yazık ki, 4 Mayıs 2025’te yaşadığı beyin kanaması nedeniyle aramızdan ayrıldı. Bu kayıp, yalnızca bir sanatçının vefatı değil, üç kuşağın sahneden çekilmesi anlamına geldi. Naşit ailesi, tiyatroyu sadece bir meslek değil, yaşam biçimi olarak benimsemiş ve sahneye yüreklerini koymuş büyük bir sanat ailesidir. Mizah ve hüzün, halk ve sanat arasındaki bu eşsiz köprü, Türk tiyatrosunun en değerli miraslarından biridir. Milliyet Ailesi olarak, bu büyük ailenin 126 yıllık yolculuğuna saygı duruyor ve tüm Naşitleri sevgi ve minnetle anıyoruz.