Mr. Scorsese Belgeseli: Yönetmenin İçsel Yolculuğu ve Sinema Mirası

Hayatları boyunca sanatlarına dair konuşulacak pek çok tartışma varken, vefatlarından sonra değil, yaşamları boyunca kendi sözlerini söyleyebilecek zihin sağlığına sahipken incelenmeleri gerektiğini savunan bir bakış açısını işliyor. Mr. Scorsese belgeseli, yılların efsanesi Martin Scorsese’nin derinliklerine inerek onun duygusal dünyasını ve filmlerinin özünü aydınlatıyor. Yönetmenliğini Rebecca Miller’ın üstlendiği bu yapıt, hem kariyerinin dönüm noktalarını hem de kişisel yönlerini bir araya getirirken anlatıcılar üzerinden ilerleyen klasik bir belgesel tercihini benimsetiyor.

Çocukluğundan başlayıp sinemaya olan bağlılığını şekillendiren olaylar, belgeselde adım adım gün yüzüne çıkıyor. Astımının etkisiyle yaz mevsimlerinde sinemaya duyduğu ihtiyacı, o dönemdeki sınırlamaların içinde büyüyen bir gencin gözünden hatırlatıyor; ardından arkadaşını kanser nedeniyle kaybettiği dönemde hayata ve sinemaya olan bakışını değiştiren süreçler ele alınıyor. Israrlı bir inançla ilerleyen ve geçmişinin gölgesini taşıyan bu yolculuk, bir günahkâr bir azizin sanatsal serüvenine dönüştüğünü gösteriyor.

Belgesel, Scorsese’nin sinema mirasını adım adım kovalıyor. Mean Streets ve Goodfellas gibi filmlerinin kökleri olan, İtalyan kökenli bir ailenin Amerika topraklarındaki deneyimleri bu yolculuğun temelini oluşturuyor. Filmlerindeki şiddetin sadece dışavurumu değil, içsel öfkenin bir yansıması olduğu ve yakın dostlarının da bu kişiliğin oluşumundaki etkisi belgeselde vurgulanıyor. Şu anki sempatik ve nazik imajının ardında saklanan bu ruh hâli, uyuşturucu bağımlılığı gibi ilginç ayrıntılarla birlikte ele alınıyor.

Scorsese’nin kariyerinde iki büyük hayal projesi olarak gördüğü Gangs of New York ve The Last Temptation of Christ ile ilgili anlatılar, belgeselde dramatik bir odak noktası oluşturuyor. Taxi Driver ile elde ettiği Altın Palmiye’nin etkisi ve “şiddeti sanatsal bir dille ifade eden yönetmen” olarak öne çıkışı, belgeseldeki çerçeveyi şekillendiriyor. Yönetmenin orijinal hedefleri arasında müziğin filmografisine olan etkisi de belirgin bir tema olarak karşımıza çıkıyor; Michael Jackson’ın “Bad” şarkısına yönelik 18 dakikalık unutulmaz klip çalışması ise belgeselde hiç değinilmiyor.

Robert De Niro ve Leonardo DiCaprio ile olan ilişkileri ise yaratım sürecini derinden etkileyen dinamikler olarak yer alıyor. De Niro’nun yönettiği zorlu projeler ve DiCaprio’nun yapımcı kimliği, Scorsese’nin vizyonunun hayata geçirilmesini kolaylaştırmış. “New York, New York”u mutlu sonla bitirecek şekilde gişeyi daha da büyütme fikrini reddeden bir sinemacı olarak hatırlanan Scorsese, nihayet Oscarını The Departed ile alırken mizahi bir tavırla tepkisini ortaya koyuyor. Şu anda Mr. Scorsese, Apple TV+ üzerinden izlenebilen bir belgesel olarak izleyiciyle buluşuyor.

Belgeselde kimler var? Robert De Niro, Daniel Day-Lewis, Leonardo DiCaprio, Mick Jagger, Robbie Robertson, Thelma Schoonmaker, Steven Spielberg, Sharon Stone, Jodie Foster, Paul Schrader, Margot Robbie ve Cate Blanchett gibi isimler, Scorsese’nin sinemalarını yorumlarken belgeselde yer alan önemli figürlerden bazıları. Ayrıca çocuklar, eski eşler ve şu anki eşi Helen Morris ile yakın arkadaşlar da bu kapsamlı portreye katkıda bulunuyorlar.