Oysa insanlık;
gökyüzüne değil,
yeryüzüne kulak vermektir.
“Yağmurun hikmeti bazen mazlumun göz yaşındadır.”
Vaktiyle bir Anadolu vilayetine genç bir vali atanır. Köylüler kuraklıktan, toprağın çatladığından, rızkın tükendiğinden yakınırlar.
Vali köy köy, ev ev dolaşır; dert dinler, çare arar. Ama her girdiği kapıda aynı ses yankılanır:
“Yağmur yağsın vali bey, tarlalar kurudu.”
Bir gün, köyün en uç noktasında, duvarları nem tutmuş bir kulübeye varır. İçeride yaşlı bir nine, elinde tespih, önünde solmuş bir kilim.
Vali, merakla sorar:
“Nine, herkes yağmur için dua ediyor. Sen ne dua ettin?”
Nine başını kaldırır, yüzünde mahcup bir tebessümle der ki:
“Ben yağmasın diye dua ettim evladım. Yağmur yağınca çatım akıtıyor, yatağım ıslanıyor, Ayağımda mestim yok, çamura basınca iliklerime kadar üşüyorum. Benim için en hayırlısı yağmamasıdır.”
Vali susar. O an, gözünden düşen bir damla yaşla birlikte anlar ki: Her dua aynı yöne bakmaz.
Kiminin duası rahmettir, kimininki sığınmadır.
Köylü rızkı için dua ederken, yaşlı kadın yalnızca ısınmak ister.
Ve Allah, adalet terazisini kurarken, çoğu zaman güçlülerin taleplerine değil, görünmeyen bir köşede üşüyen bir kalbin duasına kulak verir.
İnsanlık işte o terazide ölçülür…
Bir köy kuraklıktan kırılırken, bir ninenin elleri titriyorsa, yağmurun yağmaması sadece doğanın değil, insanlığın da imtihanıdır.
Biz çoğu zaman göğe bakarız, ama yeryüzündeki sesi duymayız.
Yağmurun gecikmesine kızarız ama mazlumun duasını unuturuz.
Oysa insanlık; gökyüzüne değil, yeryüzüne kulak vermektir.
Çünkü insanlık, kendi çatısı sağlamken, başkasının damından akan suyu fark edebilmektir.
İnsanlık, kendi ocağı yanarken, başkasının sobasının sönmemesi için dua edebilmektir.
İnsanlık, kendi duasını bile başkasının yarasına göre şekillendirebilmektir.
Ve belki de bu yüzden, Allah bazen gökten değil; kalpten gelen duaları kabul eder.
Çünkü insanlık, yağmuru değil; başkasının üşümemesi için susmayı bilen gönlü sever.