KADIN KADININ KURTU MUDUR YURDU MUDUR?
Mevlâna,
“Ayna neyi gösterirse göstersin,
aslında onu senin gözlerinden alır.” der.
Birine ‘ayna vermeyi mi düşünürsünüz’ yoksa
birine ‘sen güzelliğini kendinde gör’ mü dersiniz?
Ve ayna, sırlı cam. Bir insana, bir kadına verilebilecek en güzel hediye yine kendisiymiş. Kendisini gösteren sırlı cam, ayna imiş! Sadece dışını göstermez, insanın içine de tutar aslında. Uzun uzun gözlerinin içine bakarsın, gözlerinden içine usul usul akarsın. Aynayı verirken aslında ‘seni sana sunuyorum’ dersin.
Kadim kültürümüzde ayna bir semboldür, aynı zamanda bir metafordur da. Nefs terbiyesi için kullanılır. Kendini bilmenin, aynaya bakıp ‘ben kimim?’ demenin yoludur. Kadına verilen aynaysa, onun içsel ve dışsal zarafetini onurlandırmanın en ince yollarından biridir. Mevlâna, “Ayna neyi gösterirse göstersin, aslında onu senin gözlerinden alır.” der. Birine ‘ayna vermeyi mi düşünürsünüz’ yoksa birine ‘sen güzelliğini kendinde gör’ mü dersiniz?
Anneler saçlarını süpürge edeceklerine keşke bir kuaför gitseler! Tehlike anında uçakta maskeyi önce kendilerine, sonra çocuğa takmaları gerekirken ‘aşırı merhamet ve şefkat’ hastalığına tutulmuş anneler, hep tersini yapmışlar; maskeyi önce çocuğa takmışlar, saçlarını önlerine süpürge etmişler, her şeylerine yetişmişler… Anneler, maskeyi önce kendileri taksaydılar kendileri de çocukları da kurtulacaktı. Ne kendileri huzura erdi ne çocukları rahata kavuştu. Ve böylelikle çocuklar cücük kaldı, ham kaldı, yarım kaldı, hayata geç kaldılar; çocukların bağlılıkları sakatlandı, bağımlı kaldılar… Anneler fazla yoruldu, çocuklar hep yarım kaldılar!
Şu koca ömrün en büyük ayrıcalığı kelimenin tam anlamıyla özde kendin kalabilmekti. Hz. Hatice (rah) gibi bir anne, Hz. Muhammed (sav) gibi bir baba olabilmekti. Mesela şu olayda üzüm getiren fakirin mutluluğunu önemseyen Hz. Muhammed, eşinin, çocuklarının mutluluğu için neler yapmaz ki! Suffa Ehlinden fakirin biri elinde bir kâse dolusu üzümle Resulullah (sav)’e gelir ve hediye eder. Resulullah (sav) hediyeyi kabul eder ve üzümden yemeye başlar… Bir tane yer ve tebessüm eder, ikincisini yer ve tebessüm eder… Öyle ki hediyeyi getiren adam sevincinden uçacak duruma gelir. Sahabeler de dikkatlice Resulullah’ı izlemeye koyulurlar fakat gittikçe şaşkınlıkları artar. Resulullah (sav)’e ne hediye edilse ashabıyla paylaşırdı. Fakat bu sefer paylaşmadı. Ve her habbeyi yiyişinde de tebessüm etmeye devam ediyordu.
Adam çıkıp gittikten sonra sahabeden biri şöyle sorar: Ya Resulullah neden bizi de yediğinize ortak etmediniz? Ve Resulullah (sav) tebessüm ederek şöyle buyurdu: “Adam getirdiği bir kâse üzümden dolayı ne kadar mutluydu. Bir tane alıp yediğimde üzüm acıydı. Sizi yediğime ortak ettiğimde gayri ihtiyari yediğiniz üzümün acılığından dolayı yüzünüzü ekşitip o adamın sevincini bozmanızdan, mutluluğunu yarıda bölmenizden endişe ettim ve korktum.”
Dünya birer açık nükleer santral alanına dönmüş! Beyinler patlamaya hazır infilak eşiğinde; fikir eksik, gözler şaşı, kulak sağır… Gençliğin; genç kızların, genç erkeklerin kafasında eğrilmiş minarelerin doğrultulması lazım. Minareleri doğrultacak Sinan’lar lazım. Minarelerden ezanlar okunacak! Bunun için de olaylara kendi gözüyle, muhatabın gözüyle ve üçüncü gözle bir kamera gibi bakabilen akıllı insanlara ihtiyacımız var. Çünkü akıllı insanlar, daha soğuk kanlı, daha gözlemci, daha fazla üçüncü gözle görüp çok daha nesnel tepki verebilen kişilerdir. Eğri minareleri ancak onlar düzeltebilirler.
Düşünsenize, düşün! Baktığında görmeyi, dinlediğinde anlamayı, dokunduğunda hissetmeyi; görünüşünde sıcak kanlılığı, davranışlarında saygıyı, konuştuğunda gerçeği söylemeyi, işinde ciddiyeti, araştırırken farklı soru sormayı; öfkelendiğinde gerçek sorunu, başardığında adaletli olmayı düşün… Düşün; yol insanı terbiye ediyor, yürümeye mecbur ediyor…
Ve yinelemek gerekirse, kadının kadınlığına ve erkeğin erkekliğine yapılan şiddetin bir tanımı, bir tarifi ve bir ölçüsü var mı? Kadının kadınlığına ve erkeğin erkekliğine yapılan şiddetin ne bir tanımı ne tarifi ne de bir ölçüsü var! Peki ya merhametin ve şefkatin?
Mesele fazla ağır! Meselenin ağır olduğu yerde daha ağır konuştuğum da yazdığım da doğrudur; hoşuna gitse de gitmese de meselenin aslı bence budur.
Ve makas gibidir söz; doğru yerde kaftan, yanlış yerde kefen biçti bu yazıda.