Tarihin terazisi ağırdır.
Gazze’nin külleri bir gün şahitlik edecek:
Kim yıktı, kim sustu, kim dua etti…
Tarihin suskun sayfalarına not düşülsün!
Hani bir deyim vardır:
“Basra harap olduktan sonra…”
Bir rivayete göre Moğollar Basra’yı yakıp yıktıktan sonra bir bilge böyle demiş.
Bir başka rivayete göreyse, ateş bulamayan biri Basra yanarken etini pişirmiş ve “şükür” demiş.
O günden bugüne bu söz, gecikmiş pişmanlığın, susmuş vicdanın simgesi oldu.
Bugün o Basra’nın adı Gazze.
Evler kül, sokaklar taş, çocuk sesleri sessizlikle yer değiştirdi.
Ama ne acıdır ki, Gazze’nin külleri daha soğumadan “barış” diyorlar.
Yıkan eller, şimdi yardım taşıyor.
Bombalayanlar, şimdi yeniden inşadan bahsediyor.
Ve buna da utanmadan “medeniyet” adını veriyorlar.
İsrail, Gazellilerin yüreğini paramparça etti,
ama şimdi o yaraların üzerine rezidans inşa etmeye hazırlanıyor.
Yıkımı “proje”, zulmü “barış planı” diye pazarlıyorlar.
Gazze’nin yoksul halkı o yeni evlerin kapısından giremeyecek.
Ama dünyanın dört bir yanından kan emiciler, o toprağın üstünde kumarhaneler ve lüks oteller kuracaklar.
Bu mudur barış?
Bu mudur adalet?
Gazze’yi yok edenler, şimdi orada piknik yapıyor.
Çocuk cesetlerinin gölgesinde gülüyorlar.
Bir şehir yok edilmiş, bir halk susturulmuş;
ve adına “yeni başlangıç” diyorlar.
Oysa bu, insanlığın sonudur.
Dün Basra yandığında bir bilge “Basra harap olduktan sonra” demişti.
Bugün biz de diyoruz ki:
Gazze harap olduktan sonra hangi barıştan söz ediyorsunuz?
Bu nasıl bir dünya ki; yıkanla yapanlar aynı masada oturuyor.
Bu nasıl bir vicdan ki; adalet yerine menfaatin sesini dinliyor.
Tarihin terazisi ağırdır.
Gazze’nin külleri bir gün şahitlik edecek:
Kim yıktı, kim sustu, kim dua etti…
O gün geldiğinde hiçbir güç o molozların altına gizlenemeyecek.
Allah’ım, yakılan şehirleri değil, yanan vicdanları onar.
Gazze’nin çocuklarının gözyaşını, adaletin yağmuru gibi yağdır üzerimize.
Ve bu çağın suskunlarını da hakikatle uyandır.