Fatih Altaylı ve Erdoğan röportajını analiz eden bu yazı, tehdit algısı ve medya yansımalarını dengeli bir bakışla inceliyor.
40 yıllık meslek hayatım boyunca sadece güvenlik tehditleriyle değil, bazen de kelimelerin zarar veren etkileriyle karşı karşıya kaldım. Bazen, benim de güvenliğimden çok, akışkan bir iletişim sürecinin parçaları olan tartışmaların odak noktasında yer aldım. Bu süreçte kendimi her daim tehdit altında hissettiğimi söyleyebilirim.
İlerleyen dakikalarda, Erdoğan ile yapılan bir röportaj bağlamında, beni hedef alan yorumların gerisinde bir iletişim tercihi ve politik gerilimler bulunduğunu dile getiriyorum. 2013 yılında, Sayın Cumhurbaşkanı’nın siyasi kariyeri boyunca hissedilen tehdit algısının en yoğun olduğu dönemde bile, beni konuk eden programın onun talebiyle değil, dönemin basın danışmanının isteğiyle yapıldığını ifade ettim. O gün Fatih Altaylı’nın ortaya koyduğu televizyon programı, sayın Cumhurbaşkanı’nı tehdit etmek amacıyla sunulmadı; kısa bir kesit üzerinde yapılan eleştirel bir bölümün sosyal medyaya acceleratör etkisiyle büyütülmesi söz konusu oldu.
İlgili videonun tamamını dinlediğinizde, içeriğin tehdit unsuru taşımadığına dair inancımı tekrarlıyorum. Ancak bu parçalı kesitler, kamuoyunda farklı bir yorum doğuruyor ve tehdit algısının nasıl şekillendiğini gösteriyor.
Mahkeme, Fatih Altaylı’nın tutukluluk hâlinin devamına karar verirken, duruşmanın 26 Kasım’a ertelendiğini bildirdi; bu durum, medya ve siyaset arasındaki gerilimi bir kez daha gündeme taşıdı.