Elsa Niego’nin cinayetiyle zamanın içindeki adaletin yeniden düşünceleri: Gerçekler, sırlar ve adaletin saatleri.

İstanbul’un Karaköy semtinde, 19 Ağustos 1927 günü Elsa Niego adlı genç bir kadının yaşamı trajik bir şekilde son buldu. Evli ve çocuk sahibi olmasına rağmen gönülsüzce bir evlilik teklifi reddedildiğinde, fail Osman Ratıp tarafından sokak ortasında katledildi. Bu olay, dönemin Musevi topluluğunda büyük bir yankı uyandırdı ve adalet talebiyle meydana çıkan kalabalıklar sokaklara döküldü.
Yıllar sonra Raşel Meseri, Else Niego’nun cenaze alayını mercek altına aldığı ve “Elsa Niego’nun Cenaze Alayı” adlı eserinde olayları yeniden yorumladığı için Attilâ İlhan Roman Ödülü’nü Sibel K. Türker ile paylaştı. Çok uzun bir süredir unutulmaya yüz tutan bu cinayetin üzerine gidildiğinde, gün ışığına çıkan katmanlar toplumsal ve siyasi dinamikleri de yeniden tartışmaya açıyor.
Bu hikâyeyi nasıl kurduğumu merak ediyorsunuzdur. Türkiye’de her gün en az bir kadının kadına yönelik şiddet nedeniyle hayatını kaybettiğini gösteren veriler, bu tür trajedilerin tarihsel ve toplumsal bağlamını hatırlatıyor. Elsa Niego’nun ölümü, kadınlığa karşı yürütülen tarihsel bir gerçeğin simgesi olarak karşımıza çıkıyor. Cenazenin ardından gelişen protesto dalgası, bir topluluğun adalet talebinin siyasetin merkezine nasıl eriştiğini gösteriyor.
Bir makale üzerinden yola çıkarak bu olayın katmanlarını fark ettikten sonra, çalışmanın odak noktasını geçmiş ile bugün arasındaki köprüye çevirdim. Zamanı kırpıp günümüze taşıyan bir anlatı kurarak, Elsa’nın öldürülmesinin tetiklediği toplumsal ve politik dinamikleri mümkün olduğunca görünür kılmaya çalıştım.
“Bir olayın faili yalnız değildir; arkasında onu oluşturan ve sürekli olarak çalışan bir çark vardır.” Bu satır, romanda kadının cinayetinin politik boyutunu vurguluyor. Elsa Niego’nun öyküsü yalnızca toplumsal cinsiyet yatkınlıklarının ötesine geçerek, ona eşlik eden ırk ve din kimliğiyle kesişimsel bir gerçeği de gün yüzüne çıkarıyor.
Elbette roman, yazar olarak benim de bir karakter olduğumu gösterir. Zimbul üzerinden Elsa’nın mezarına doğru gittiğim sahnede, içsel bir yükle yüzleşme yaşadım. Elsa’nın varlığı benim için sadece bir kurgu değil; onunla kurduğum bağ, yazının ilerleyişine yön veren birيت. Mezarlıkta gördüğüm 1927 tarihli fotoğraf ve taş, onun gerçekte orada olduğunun kanıtıydı ve zamanın akışını sarsan bir deneyim oluşturdu. Bu süreç, annesinin ağıtları ve gecenin karanlığında yaşanan halüsinasyonlar gibi sahnelerde en yoğun duygulara yol açtı. Bazen yazmak gerçekten zorlu bir yolculuk.