“Bu dünya hayatı
bir oyun ve oyalanmadan ibarettir.
Ahiret yurdu ise asıl hayatın ta kendisidir.
Keşke bilselerdi.”
Ah bir düşünebilsek!..
Yunus Emre ne güzel söylemiş:
“Sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz.”
Kur’an-ı Kerim de aynı hakikati bize hatırlatıyor:
“Bu dünya hayatı bir oyun ve oyalanmadan ibarettir. Ahiret yurdu ise asıl hayatın ta kendisidir. Keşke bilselerdi.” (Ankebût, 64)
Düşünün… Dün saltanat süren nice hükümdarlar, bugün toprağın sessizliğinde yatıyor. Dün alkışlanan nice isimler, bugün mezar taşında solmuş harflerden ibaret. Dünyada kalan tek şey; arkamızdan edilen dualar ve amel defterine yazılan iyiliklerdir.
Aslında hepimiz bir çocuğun oyuncağına bağlandığı gibi dünyaya bağlanıyoruz. O oyuncak kırıldığında yaşadığı üzüntü, ertesi gün geçiyor. Bizim mallarımız, makamlarımız da aynı. Oyun bittiğinde sevinç de hüzün de sona eriyor.
Bugünün insanı ise başka bir oyalanma içinde… Ekran ışıklarında kayboluyoruz. Bir ‘beğeni’ için kalbimizi tüketiyor, kariyer basamaklarını çıkarken çoğu zaman ailemizi ihmal ediyoruz. Ama ölüm kapıyı çaldığında bütün bu hırsların anlamı kalmıyor. Çünkü mal da makam da şöhret de emanetti. Hepsi geride kalacak.
Geriye ne mi kalacak?
Bir yetimin gözyaşını silmek, bir gönlü kırmamak, bir mazluma omuz olmak… Yani kalbimize işlenen iyilikler. İşte bunlar, ahirette bizim gerçek sermayemiz olacak.
Unutmayalım: Dünya bir yol, ahiret ise asıl yurt. Bu yolculukta azığımız iyilik olmalı. Çünkü perde kapanacak, alkışlar dinecek, sahne sönecek. Ama işte tam o anda, gerçek hayat başlayacak.
O halde:
Dünyayı küçümsemeyelim ama kalbimizi de ona bağlamayalım. Dünya imtihan sahnesi; ahiret ise ebedî diyar. Ne ekersek, onu biçeceğiz.