Biz her gece ölümle birlikte uyuyoruz,
Biz korkuyu öldürdük, korkusuz yaşıyoruz…
Her devletin mutfağı istihbarat örgütüdür. Bir lokantada kiler vardır, mutfak vardır, servis salonu vardır, servis yapan garsonlar vardır, garsonların şefi vardır, lokantanın işletme müdür vardır, lokantanın sahibi vardır; sahibinin bir ailesi, ailenin inancı ve felsefesi, arzu ve istekleri, hisleri ve duyguları, hareket ve davranışları vardır… Mekânın sahibi aile, lokantayı inanç ve felsefesine, duygu ve düşüncesine göre tasarlar; kileri, mutfağı, servis alanını düzenler; müdür ve garsonları, aşçı ve yamakları işe alır; alet ve edevatı, her çeşit gıda, sebze ve meyveleri satın alır; mönüleri düzenler, müşteri portföyünü hazırlar, tanıtımları yapar ve dükkanı açar…
Ya vizyona göre mönüye ya mönüye göre kiler yahut kilere göre mönü, mönüye göre vizyon oluşturulur. Her şey iç yahut dış bir hesap dahilinde mutfakta pişer, pişenler müşteriye garsonlar tarafından servis edilir. Garsonlar diplomatlar, halk müşteriler, şefler bakan, müdür başbakan yahut başkan… Lokantadaki her personel, sahibinin felsefesine göre davranır yahut davranmaz, ayrılır. Kiler ve mutfağa rağmen bir lokantayı nasıl yönetebilirsin!
İç disiplini yüksek liderlerin yönetme gücü, ait olduğu mutfaktan ve kilerden gelir. Devletin gücü, dünden bugüne, kadim arşiviyle arkasındadır. Onlar; düşerse kalkar, kalkarsa yürür, yürürse koşar, koşarsa uçar; karizmatik lider oluşları da bundandır. Burada o insanın genetik kodlarının da dna’sının da buna uygun olması gerekir. Kediyi aslan yapamazsınız, havada uçurmazsınız… Liderlikte iç motivasyon kadar, aile, mutfak ve kilerin de güçlü olması gerekir.
İstiyorsanız yaparsınız! Biz dibe inersek siz de inersiniz, biz çökersek siz de çökersiniz; herkes çöker! Kar tepeden yuvarlanıyor; kimin çiğin altında kalacağı, kimin silinip süpürüleceği, kimin kurtulacağı henüz belli değil. Şeytan her zaman soldan gelmez, sağdan da gelir; her yandan gelir, yukardan da aşağıdan da. Masum ve güzel yüzüyle sinsice kandırır. Düşman hep yanında, yakınında. “Biz her gece ölümle birlikte uyuyoruz, / Biz korkuyu öldürdük, korkusuz yaşıyoruz…” Biz bir savaş meydanındayız; kan toprağa değdi, siyah bayrak göndere çekildi, kılıçlar kınından çıktı, kılıçlar çekildi. İnsanız, korkuyoruz fakat meydandayız, mücadeleye devan ediyoruz. Taş üstündeki her taşın, omuz üstündeki her başın düşmesi an meselesi. Hainin kalbi sökülecek! Her şey yeni başlıyor!
Başkalarının zayıflığı ve güvensizliği üzerinden güvenlik tesis edip sürdürmek doğru da değil, mümkün de değil. Senin kim olduğunla ilgilenmiyorum, güvenliğimi tehdit eden kimliğin sorun üretiyor. Biz, geçmişten geleceğe uzanan kileri dolu, mutfağı güçlü bir lider olarak söylüyorum. Biz barış, huzur ve mutluluk dilini kullanıyoruz. Siz savaş, kavga ve sürtüşme dilini kullanıyorsunuz. Biz bu dili de biliyoruz fakat kullanmıyoruz. Tek taraflı dayatma tek taraflı direnci doğurur. Bu kafayla dünya daha iyiye gitmiyor, gitmeyecek de ancak normalliği bu süregidecek olan anormalliğin içinde aranacağını da biliyoruz. Öyleyse bunun yerine ben konuşayım, sen de konuş; ben senin yerine, sen de benim yerime geçerek konuş ve nihayetinde ikimiz bu soruna üçüncü bir kişi gibi bakarak çözebileceğimize inanıyorum. Ya sen?
Dünyaya medeniyet sunabilecek tek milletiz biz. Keşke dünya bu kadar fakir olmasaydı. Başka kişiler de barıştan, huzurdan ve mutluluktan bahsedebilseydi. Keşke diğerleri teknolojik ilerlemelerine paralel olarak ince duyguda, yüce düşüncede, barışçı davranışta; bilgelikte, marifette, erdemlikte, diğerkâmlıkta da çok daha ileride olsalardı! Dünyanın sorumluluğu omuzlarımızda. Bundan dolayı derdimiz çok büyük!
Ah! Ah en büyük derdim kafamla, fazla ağır geliyor omuzlarıma; taşıyamıyor… Büyük bedenlerde büyük omuzlar, büyük omuzların üstünde büyük kafalar, büyük kafaların büyük dertleri var! Kendimle konuşuyorum; aklımı bir nebze ikna edebilsem de yüreğime söz geçiremeyince, öyleyse “Dert senin; ağla, derdine ağla! Şu dünyada dertsiz adam yoktur, varsa da adam değildir. Şu çocukluk saflığınla yükünü sırtında taşı yüreğim, aman dileme; adamlık zaten budur” diyorum.
Hiçbir doğum sancısız olmaz, bir sancımız varsa doğum yakındır. İnsanı acı iyileştirir zamanla, içinden geçerek alışırsın zerresine kadar hissettiğin acıyla zamanla…