Kırdık, kırıldık…
Affetmeyi unuttuk, sevmeyi erteledik!
İlkini ziyan ettik!
Bazı görevler vardır, yükü ağırdır. Her şeyi açıkça söyleyemezsin.
“Karşımda anlayan olur” dersin, yutkunursun. Ama ne sen tam anlatabilirsin ne de karşındaki anlamak ister.
Hissiyatlarını samimiyetle ortaya koyarsın, iyi niyetle söylersin, ama yine anlatamazsın ya… işte en çok buna yanar insan.
Ömrü boyunca elini taşın altına koymamış, en rahat makamlarda, en itibarlı maaşlarla dünyalığını yapmış olanlar; emeklilikte yine gençliğinde sığındıkları limana dönüp, işin çilesini çekmiş olanlara ahkâm kesmeyi marifet sayarlar. Zavallılıktır bu…
Yoksa biz mi bilemedik?
Oysa bizim de ne çok şeyimiz vardı…
Ne çok söz, söylemeye cesaret edemediğimiz…
Ne çok yol, çıkmaya üşendiğimiz…
Bir baktık ki takvimler değişmiş.
Saçlara ak düşmüş, dostlar eksilmiş.
Hayaller rafa kalkmış, “yarın yaparım” dediklerimiz yarınsız kalmış.
Kırdık, kırıldık…
Affetmeyi unuttuk, sevmeyi erteledik!
Gözlerimizin içine bakarak konuşan insanlar yerine, ekrana bakan bizler olduk.
Ve şimdi, muhasebenin tam ortasında bir ses içimizde fısıldıyor: “Keşke bir ömür daha verseler… İlkini böyle ziyan etmezdik.”
Ama usta, hayat geri sarmıyor.
Ne varsa bugün var. Ne yapacaksak şimdi yapacağız. Buna helalleşmek de dahil. Çünkü ikinci bir ömür gelmeyecek.