HERKES YAPAYALNIZ ÖLÜYOR! -1
Düşünsene
günde yetmiş iki saat,
yetmiş iki ayrı ekip aynı konuyu,
aynı anda, aynı heyecanla farklı bir yönüyle
arı gibi çalışıyor!
Düşünsene, henüz telefondan daha iyi aklını kullanamayanların kontrolü akıllı telefonlarla dijital mecrada, sosyal medyada. Elindeki telefon vakti gelince daha iyiye güncelleniyor ya sen?
Her çocuk fıtrat üzere, sağlam doğar. Sağlam doğan çocukları anne babaları sakatlıyor, fıtratını bozuyor. Daha rahat olmak ve konforunu artırmak için ellerine verilen ekranlar çocukların ruhunu, zihnini, duygularını ve hatta bedenlerini sakatlıyor, yavaş yavaş yalnız ölüyorlar. Bir bakmışsın bugün akışına bıraktığın hayatın yarın yokuşunda yorulmuşsun!
Ve çocuklar doğduğunda ekranla baş başa kalıyor. Telefon ve tabletler dikey odaklıdır, okula gelince yatay odaklı öğrenmeye başlıyor. Dikey yazmayı öğrettiğiniz çocuğa yatay eksenli hizmet veriyorsunuz. Eksenler farklı ve öğrencilerde eksen kayması oluyor.
Çocukların sakatlandığın ilkokulun birinci sınıfında, ortaokulun beşinci sınıfında, lisesinin dokuzuncu sınıfında, üniversitenin birinci sınıfında ve nihayet hayatın birinci sınıfında açık ve net görüyoruz. Bu kadar rahatlığın bedelini çocuklar ve gençler ödüyor. Ve bundan dolayı özellikle on iki yaş altı çocuklarda ve hatta on sekiz yaş altı gençlerde akıllı telefonların yasaklandığı ülkeler giderek artıyor. Her dört yılda yeni öğrenci alan okullarda öğretmenler durumun farkındalar ve bu değişimi net bir şekilde de görüyorlar.
Bu bağımlılıktan çocuklar ve gençler nasıl kurtulurlar? Evdeki diğer bağımlıları tespit edin. Zaten çocuğa dair sorun kendiliğinden çözülecek ve fıtratındaki sağlamlığa yavaş yavaş dönecektir. Çünkü çocuklar, gördüğünü taklit eder! İşittiğini söyler, gördüğünü anlatır, yapılanı yapar. Nokta.
Telefonları; kalem, kâğıt ve kitap ile nasıl değiştirebilirsiniz?
Çağrı filminin yönetmeni Mustafa Akad, mealen “benim insanlara anlatmak zorunda olduğum bir hakikat vardı. Fakat ben konuştuğumda insanların bana değil, gözlerinin sinema perdelerinde olduğunu fark ettim. Ben başlarını bana çevirmelerini beklemek yerine, baktıkları yere geçmeyi tercih ettim” der. Aslında özetle hakikati, onların diliyle konuşmak istedim diyor. Şimdi ise insanların gözleri, doğumdan ölene kadar ekrana bakıyor. Ki bu noktada ‘yediden yetmişe’ deyimi kifayetsiz kalır. Artık ekranın yerine geçme ve ekranın diliyle hakikati anlatma zamanındayız. Belki ekran bağımlılığı böylece faydalı bir yere evrilir.
Herkes olduğu kattan görülen manzaraya bakar, odaklanır. Bodrum katın manzarasıyla, birinci, on birinci, yirmi birinci katın manzaraları aynı olur mu? Olmaz, olamaz. Gözün bakış açısı, baktığın seviyeyle alakalıdır; kimi er, onbaşı, çavuş, baş çavuş; kimi teğmen, yüzbaşı, albay; kimi de general, kurmay başkanı yahut devlet başkanı seviyesinden bakar! Göz nereye bakarsa gönül oraya akar. Palavracıya bakarsan palavracı olursun, adama bakarsan adam olursun! Kiminle vakit geçirirsen, zamanla onun gibi olursun. Ve çocuklar baktıkları yere akıyorlar.
Cahiliye döneminde, birisi önemli bir şey söyleyeceği zaman Safa tepesine çıkar, insanlara o yükseklikten seslenirmiş. Hz. Muhammed (sas) de aynı yöntemi devam ettirmiştir. İslam’a ilk daveti o tepeden yapmış, mescitte hutbe okurken bir hurma kütüğünü kullanmış, Veda Hutbesini Arafat (Cebel-i Rahme) Dağında vermiştir. O günkü şartlarda insanların yüksek bir yere çıkmasının nedeni, herkes tarafından yüzünün görülmesi ve sesinin işitilmesi gerçeğiydi. Bugün hakikati anlatmak için olmamız gereken yer, herkesin baktığı ve kulak kesildiği, yüzünüzün görüldüğü ve sesinizin duyulduğu yerdir. Zamana, mekâna, imkana göre niteliği ve niceliği değişse de şu an herkesin baktığı yer ekrandır, perdedir, dijital mecradır, yapay zekadır… Buraya bakıyorsunuz, artık yeriniz burasıdır.
Bilim ve teknoloji kendiliğinden mi gelişir yoksa geliştirilir mi? Her teknoloji kendi felsefesiyle ve ahlakıyla doğuyor ve insanların hayatına yatak odasına kadar giriyor. Teknolojini arkasında bilim var. Bilime yön veren, yol gösteren büyük sermaye var. Bilim ve teknoloji, arkasındaki sermaye sahiplerinin inanç ve felsefeleri doğrultusunda gelişir ve geliştirilir. Dolayısıyla her geliştirilen teknoloji kendi ahlakıyla hayatımızın her alanına giriyor.
Mesela ekranın kendine has ahlakını nasıl değiştirebiliriz? Değiştirebilir miyiz? Ne kadar değiştirilebilir? Ekran bağımlılığından kurtulmak mı daha kolay yoksa bu bağımlılığın yönünü değiştirmek mi acaba?
Aslında ekranı önemli yapan içeriktir. Sonuçlar değişmez; ‘sebepler değişirse sonuçlar da değişir’ ilkesinden hareketle, içeriğin değiştirilmesiyle daha iyi ve güzel sonuçların alınacağı aşikardır. Güçlü sonuçları ancak çok güçlü nedenler doğurur. Niçinlerin güçlü olursa eylemin de güçlü olur. Dünkü yanlış bir adım bugünkü olumsuz sonucu doğurur. Bugün atacağın doğru bir adım yarının güzel sonuçlarına gebe kalır. Mustafa Akad’ın da aslında yaptığı budur, içeriği değiştirmiştir. Fakat ne kadar, nereye kadar? Asıl üzerinde yoğunlaşmamız gereken soru da budur.
Sebepleri değiştiremeyen, sonuçlar üzerinden şikâyet eden ve herkesi kötüleyen aklı gözlerine inmiş insandan uzak durun, seni de kötüler, kötülerden eder. Onlar arpası kesilen eşek gibidirler, sahibine çifte de atarlar. Ve ahlaki değerlerin olmadığı böyle ortamlarda, erdemli insanlar hep geriye düşürürler. En büyük ahlak sorunu doğru ve dürüst insanların dışlanıp, yalaka ve iki yüzlülerin ise tercih edilmesidir. Ahlak ve değer bir sınır çizer, ahlaksızlıkta ise sınır yoktur. Ekranlar, sınırın da sınırsızlığın da ispatıdır. Ekranda yer alanların bazıları ipini koparmış meczup gibi ne yapacağını şaşarmış bir güruh! Ve onlar ben mutluyum, dünya yansın zihniyetindeler. Şuursuzlukları dibe inmiştir, kutsalı olmayan kaypak kişiliklidirler.
Bunun için günde çok daha fazla çalışmak gerekiyor. Yirmi dört saat kâfi değil, kırk sekiz saat, yetmezse yetmiş iki saat ve hatta daha fazla çalışmak gerekiyor. Aynı konu yetmiş iki ayrı grup tarafından aynı anda çalışılması gerekir. Düşünsene günde yetmiş iki saat, yetmiş iki ayrı ekip aynı konuyu, aynı anda, aynı heyecanla farklı bir yönüyle arı gibi çalışıyor! Denize bir parça ekmek atın ve bir balıkla buluşmasını sağlayın.
DEVAM EDECEK…
[1] “Senin gibi aklı gözüne inmiş ve gözüne perde çekilmiş adamlara söz anlatmak ve bir şey göstermek elbette müşküldür.” (Sözler, Otuz Birinci Söz, İkinci Esas.)