21 günde 21 kitapla okuma kültürünün modern baskısını keşfedin; yetişememe kaygısını aşmanın yolu ve sürdürülebilir okuma alışkanlıkları.

Geçtiğimiz hafta sosyal medya dağınık bir tartışmaya yol açan paylaşım, bir kullanıcının 21 günde 21 kitap okuduğuna dair iddiasını merkeze aldı. Ancak tartışmanın esası yalnızca doğruluk mıydı, yoksa okuma eyleminin bugün nasıl bir gösteriye dönüştüğü müydü? Okumak, artık yalnızca bir aktivite değil; kimi zaman bir performansın parçası hâline geliyor. Beğeniler, hikayeler, aylık okumalar… hepsi, okuma pratiğini bir yarışa dönüştüren bir akışın unsurları. Yetişememe kaygısı, paylaşım listelerinin ve sıralamaların gölgesinde büyüyen bir gerilimi işaret ediyor.
Listede yer alan Ölmek İstiyorum Ama Tteokbokki de Yemek İstiyorum adlı eserdeki cümle, birinin deneyimini aktardığında bile kendini yalanlayormuş gibi hissetmenin yaygınlaştığını gösteriyor. Yabancılaşmanın bir örneği olarak Norveçli yazar Vigdis Hjorth’un Postane Günlükleri adlı romanı da karşımıza çıkıyor. Hjorth, modern yaşamın monotonluğunu ve iş yüklerinin arasında kendimize yabancılaşmasını, bu durumun temelinde ise sistemi göstererek resmediyor. Asıl mesele ise hayatı biçimlendiren güç: sürekli daha fazlasını tüketmemizi isteyen bir mekanizma. Okumak bile bir yarışa dönüştüve kimileri bir kitabı bitirirken bile bir sonraki kitap ve paylaşım için plan yapıyor.
Yeni bir alan olarak yükselen booktuber’, bookstagrammer’ ve bookfluencer’lar bir gelir kaynağı olabiliyor ya da gönüllü olarak paylaşım yapılıyor. Ancak bu hız ve üretim baskısı, okuma kültürünü de etkiliyor. Kitap paylaşmak bugün çoğu genç için cazip bir motivasyon olsa da görünürlük, beraberinde yetişememe kaygısını getiriyor. Günümüz sosyal medya dünyasında bitmeyen yapılacaklar listesi, okunacaklar ve dinlenecek içerikler arasında kaldığımız bir gerçek.
Son dönemdeki araştırmalar, bu kaygının geniş kitlelere yayıldığını gösteriyor. Gelişmeleri kaçırma korkusu oranı özellikle genç yetişkinler arasında yükseliyor; 2024 verilerine göre yaklaşık %60’a ulaşan bir göstergeden söz ediliyor. Türkiye’de ise 58 milyonun üzerinde kullanıcı sayısına sahip sosyal medya platformlarında, kullanıcıların yaklaşık %80’inin bu platformlardan kaynaklı bir geri kalma korkusu yaşadığı belirtiliyor. “Okumak slow hareketinin bir parçası” ifadesiyle başlayan düşünceler, düşünsel yoğunlaşmayı ve okumayı yavaşlatan bir yaklaşımı savunuyor. Asuman Kafaoğlu Büke bu görüşleri ele alırken, gençler arasında kitap görsellerinin prestij objesi hâline geldiğini ve içeriğin çoğu zaman kısa emojilerle sınırlı kaldığını dile getiriyor.
Paylaşımların olumlu etkileri üzerine konuşanlar da var. Erkan Aktuğ, sosyal medyanın içten paylaşımlarını gördükçe daha çok ve daha iyi kitaplar okumaya, sinema ve dizi dünyasını da daha geniş bir perspektifle keşfetmeye başladığını söylüyor. Takip ettiği hesaplar arasından kendine yakın bulduklarını seçebildiğini, bu sayede deneyimlerin zenginleştiğini belirtiyor. Böylece paylaşımın amacı gösterişten öte, samimi ve ilgi çekici içeriklerle etkileşim kurmak olarak ortaya çıkıyor.